Silikoncuğum

861 86 12
                                    

Kendime mükemmel ötesi bir tost hazırladım. Fakat biraz aşırıya kaçmışım, bütün ekmekle yaptığım tost fazla geldi. Şaheserim diğer insanların da damak zevkine hayranlık bıraksın diye güzelce kesip, tabağa koydum. Artık kime kısmetse.

Hazal'a kısmet olacakmış ki, su almak için mutfağa girdi.
"Mis gibi koktu," dedi, ağzındaki salyaları gizleyemeyerek. Belediye görse kuduz olmuş zanneder. Alt tarafı üç saattir yemek yemiyorsun lkızım, bu nasıl açlık!

"Al al, fazla. Salyalarını sil de tost ıslanmasın."
"Tükürmedin değil mi ağabey içine?" İyilikte yaramıyor. Gerçi kız da haklı, normalde hayatta böyle bir şey yapmam. Hepsi benim biricik kız kardeşlerim için. Kilo aldım diye depresyona giriyorlar sonra vay efendim benim burada ne işim var, vay efendim ben normalde depresyona girmeyecektim bir arkadaşa bakıp çıkacaktım, vay efendim kilo da neymiş bir veriyorsun geriye düşman birlikler gibi ittifak toplayıp geri geliyorlar. Kısacası çıkamıyorlar.

Onlar çıkarsa da ben giriyorum çünkü kredi kartım neme doymuş bulut gibi hunharca boşalıyor.  Suyu doldurmak için dolabı açtı. Tabii, Harun Efendi durur mu? Yapıştırdı cevabı: "Sen arkanı döndüğünde sıçtım, görmedin mi?"
"Ağabey, iğrençsin ya! Gerçekten iğrençsin."
"Ne var kızım? İyilikte yaramıyor sana. Mis gibi tost hazırlamışım, hâlâ fitne fesatlık ara."
"Neyse. Yiyorum bak."
"Nazlı!"
"Aman iyi be, tamam kızma. Ağabey... Sana bir şey diyeceğim ben." Allah aşkına acaba ne söyleyecek? Cümleye giriş şekli bile çok ürkütücü. Allah'ım neden bu aile de Afrika ve Irak gibi sömürge ülke konumundayım? Bende bir Rusya, bir Amerika bir İngiltere olmak istiyorum. İleri de ne olacaksın diye sorduklarında, 'ziyan' demişim galiba. Böyle bir hayat.
"Efendim Hazal?"
"Ben pazarlama okuyorum ya hani, şirkete yeni sunumlar yapılacakmış bizden de bir hazırlık istediler. Sana söylesem sen on üzerinden kaç verirsin?"
"Puan olarak mı para olarak mı?"
"Ağabey!"
"Tamam, tamam. Seni dinliyorum, küçük hanım."
"Simge'ye anlattım sıfır ile on arasından eksi bir verdi bana."
"Sen ona bakma ağabeyim. Sekiz yaşındayken Devrim ağabeyin ona; 'Büyünce ne olacaksın?' diye sorduğunda, 'dokuz' demişti. Onun vizyonu çok dar. Sen bakma yani ona."
"Şimdi, ağabey. Almanya'dan yeni çıkarılan bir elektrik süpürgesi getirttirmeyi düşünüyorlar. Reklamını ve pazarlamasını şu şekilde yapayım diyorum; 'Bayram temizliğini bile sevdirsek, elektrik faturasını ürkütmesek, uyuduğunuz da kendi nefesiniz harici bir şey duymayacağımızın garantisini versek, alır mısınız?'" Acaba annem bu kızın göbek kordonunu Kayseri'ye mi gömmüştü? Kayseri'nin harita da nerede olduğunu bilmeyi bırak, hangi bölge de olduğunu bile bilmez. Bu nasıl pazarlamacılıkta ısrar, bu nasıl bir başarı isteği? Bu nasıl özgünlük?

"Başarılı ağabeyim, ilk sunumun değil mi?"
"Evet,"
"Güzel güzel. Böyle devam et, daha iyisini de yaparsın." deyip, anlından öptüm. İlk sunuma göre gayet başarılıydı. Zaten seçilme olasılığı düşük. Haliyle acemi bir başlangıç olmuş ama düzelebilir. Başarılı kardeşim benim!
"Bu iyi değil mi yani?"
"Hayattaki her şeyin daha iyisi vardır. Ben hariç," Gözlerini devirdi. Ve mutfaktan çıktı.
"Şaşı olacaksın şaşı!" Tabii, alacağını aldı benden hemen bir afralar, bir tafralar.

Aklıma geldi de, ilk okul ikinci sınıfta Afra diye bir arkadaşım vardı. Okula gitmeden önce babam anneme, "Afra tafra yapma bana!" demişti. Bende onları kardeş sanmıştım. Çünkü bize hep, "Harun, Devrim yapmayın!" derlerdi. Bende ultra geri olan zekamı da yanıma alıp, Afra'nın yanına gittim. Aramızda tam olarak şöyle bir konuşma geçti:
"Hayırlı olsun Afra. Kardeşinin adı Tafra mı olacak?"
"Nisan,"
"Tafra olsun,"
"Neden?"
"Tafra." Ya ben bu günlere nasıl geldim acaba? Çok ufakken geçirdiğim ameliyat beyin nakli miydi yoksa? Afra ile tafrayı kardeş sandığıma mı yanayım, kız neden diye sorduktan sonra Tafra dediğime mi yanayım? Ben neye yanayım? Ben en iyisi oturayım, bahtıma yanayım. Kara bahtım kör tahsilim, pardon talihim. Isparta'dan mezun oldum ben. O kadar kara değil yani arada griliklerde var.

Salona geçtiğimde Simge elinde bir kartonla konuşuyordu. İlk baş anlayamadım, hatta yadırgadım da. Neden insan bir kartonla konuşur? Benden daha yalnız olan insanlar olduğunu görünce mutlu oldum üstelik. Sonra bu insanın kardeşim olduğu kanâtına varınca üzüldüm de.

"Ne yapıyorsun kız?"
"Kuş aldım ağabey, annem kafesini getirecek şimdi onu bekliyorum." Kuş mu? Ah, kuş mu? Kuş dedin beni öldürdün şuan Simge... Bizim de bir kuşumuz vardı. Adı Silikondu. Komşumuz Ayfer abla, bir keresin de anneme: "Vallahi, silikon taktırdım da şuan kuş gibi rahatım. Asım'ın gözü sadece beni görüyor." demişti. Ben ne bileyim silikonun o silikon olduğunu. Ayrıca kuşun adını silikon koyunca kimse yadırgamadı. Ailemden tık sesi çıkmadı. Acaba, "Bu çocuk geri zekalı, boşverin. Ne koyarsa koyusun," mu dediler?

Neyse... Ben Silikonu çok sevdim. Hep yedirdim. Hep besledim. O kadar besledim ki hayvan güvercine dönüştü. Uçamamaya, kendi ufacık kütlesini kaldıramamaya başladı. Bir kaç ay boyunca böyle devam etti. Yukarıları özlemiştir diye, dolabın üstüne koydum. Korktu. Kuşum, canım Silikonum yükseklikten korkmuştu. Ama ben hâlâ yedirmeye devam ettim. Özellikle en sevdiği yemek tavuk ve yumurta idi. İnsan kendi familyasından oluşan şeyleri nasıl bu denli iştahla yiyordu? Bu nasıl bir canilikti? Şerefsiz Silikon. Hayvanı obezite yapmıştım, en sonunda. Yumurta göremeyince kafayı yiyordu. Sağa sola ufacık kafasıyla vuruyordu. İlginç bir hayvandı.

Bir gün sevmek için elime aldığımda nezleydim. Ulusa seslenir gibi hapşırdığım için, kuşum o şiddetle duvara çarpmıştı. En son orada öyle vedalaştık Silikonla. Ruhun şad olsun Silikon!

Şerefsizsin çünkü, yaparsın!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin