2- HASTANE

1.2K 33 7
                                    

Elli sekiz... Elli dokuz.. Altmış... Bir... İki... Bu kaçıncı başa dönüşü olmuştu? Otuz? Belki kırk veya elli? Daha kaç kere başa dönüp sayması gerekiyordu peki?

Dünya sadece sayılar ve karanlıktan ibaretti o anda onun için. Hiçbir şey göremiyor, duyamıyor veya hissedemiyordu. Nasıl bu hale gelmişti onu da hatırlamıyordu.

Otuz yedi... Otuz sekiz... Otuz dokuz... Kırk... Kulakları uğursuz bir bipleme sesiyle dolmaya başladı. Hala gözlerini açacak gücü yoktu ancak kulaklarındaki bu ses ona bir şeylerin yolunda olmadığını belli ediyordu zaten. Ah bir gözlerini açabilse...

Elli yedi... Elli sekiz...Elli dokuz... Altmış... Baştan saymaya başladığı anda bütün olaylar zihnine akın etti. Etüt, Ece, Koray, Starbucks ve o lanet olasıca araba.

Biplemeleri bir inleme sesi kesti ardından bir koşuşturmaca duyuldu ve tanıdık bir ses - ses Koray'ın sesine benziyordu- bir gruba hitap eder gibi "Uyanıyor!" diye bağırdı. Ah, O inleme sesi kendisine aitti.

Ayak seslerinin hemen ardından yanındaki koltuğa birinin oturduğunu duydu.

"Ezgi, canım, güzelim, haydi aç gözlerini." Annesinin sesi boğuk çıkıyordu. Ah, keşke gözlerini açabilseydi. Görme dışında bütün duyularını geri kazanmıştı. Olduğu oda -muhtemelen bir hastane odası- fazla steril kokuyordu, sağ kolu normalden daha ağır gibiydi ve sol kolunun içindeki iğneyi hissedebiliyordu.

Bir el sol elini tutup sıktı. "Haydi be güzel kızım. Aç artık o zeytin gözlerini." Babasının sesi de annesininki gibi boğuk çıkıyordu. Babası elini bir kez daha sıktığı zaman o da babasının elini sıkarak cevap verdi.

"Ayla, Ayla!" Babasının sesindeki heycanı duyunca gülümsemeye çalıştı ama canının acıdığını hissettiğinde vazgeçti. "Ayla, Ezgi elimi sıktı." Sonra tekrar Ezgi'yi muhattap alarak konuşmaya başladı. "Canım kızım haydi gözlerini de aç. Bak biz burdayız. Annen, ben, Ece ve Koray. Biz yanındayız güzelim. Aç şu gözlerini."

Ezgi bütün gücünü kullanarak gözlerini açtığı zaman babasının aynı onunkilere benzeyen simsiyah gözlerini gördü. Babası önce bir anda şaşkınlıkla takılıp kalsa da daha sonra hemen Ezgi'ye sarıldı ancak Ezgi'nin acıyla inlemesiyle aynı hızda ondan uzaklaştı.

Ezgi annesine dönünce onun ağlamaya başladığını gördü. Annesinin ağlamasından nefret ediyordu. Annesi aslında kumral olup saçlarını simsiyah boyatan, ela gözlü, ufak tefek, her zaman gülümseyen bir kadındı ve bir liste yapsalar "ağlamanın yakıştığı kadınlar" diye, annesi o listenin sonunda yer alırdı. Aslında kimse o listenin başında olmak istemezdi ancak bilirsiniz işte, her zaman kötünün iyisi vardır.

Boğazının yandığını hissedince babasına baktı. "Baba, su-" cümlesini tamamlayamadan akciğerlerinden gelen sarsıcı bir öksürük krizine girdi. Öksürmekten nefes alamaz hale gelmişti. Zaten her hareketinde, her nefes alıp verişinde acıyan kaburga kemiklerinin acısını iyice arttırmıştı bu öksürük krizi.

Babasının endişeli siyah gözlerini üstünde hissedebiliyordu. Öksürmesi bitince Ezgi'ye yavaşça oturmasına yardım etti ve suyu içirdi. Ezgi, vücuduna, hasar kontrolü yapmak istermiş gibi baktı ancak tek görebildiği kolundaki alçıydı. Bir de göğüslerinin üstünde sıkıca sarılmış bir bandaj vardı.

Ezgi suyunu içtikten sonra arkadaşları Ece ve Koray girdi odaya. Ece'nin elinde bir, Koray'ın elinde ise iki buket çiçek vardı. Koray'ın neden iki buket taşıdığını merak etse de konuşmaya üşendiği için sormamıştı. Daha dikkatli bakınca Ece'nin gözlerinin şişip kızardığını ve her ikisinin de üstlerini değiştirdiklerini fark etti.

AlaboraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin