Yemin ederim, Harry'i öldürmeme sadece şu kadarcık kalmıştı.
Bence hiçbir şey yapmadan duruyor olsaydı sınırlarımı bu kadar zorluyor olmayacaktı. Bilerek yapıyordu işte. Sinirlendikçe ona düşeceğimi biliyordu. Çünkü sinirlendiğimde, kendimi ondan uzak tutmam mümkün olmayacaktı. Soluğu yanında alacaktım ve onu azarlayacak olsam bile, konum itibariyle yanında olmuş olacaktım. Bir şekilde yine o büyülü sözcüklerle oluşturduğu cümleleriyle beni susturmayı başaracak ve bana yaklaşabilecekti.
Clara, Harry'e güvenebileceğimi söylüyordu. Yaşadığım son ilişki benim için o kadar toksik sayılabilecek türden acı bir deneyim içeriyordu ki, Clara'nın söylediklerine bile güvenemiyordum. Oysaki Harry de, Clara da, eğer böyle bir ilişki olacaksa bundan korkmamam gerektiğini söylüyorlardı. Her şeye rağmen ben korkmaktan vazgeçemiyordum. Sanki her şey yeniden olacakmış gibiydi. Bir kez daha toparlanamayacak kadar kalbim kırılsın istemiyordum. Üstelik bu sürekli kendisiyle aynı ortamı paylaşacağım bir insandı.
Harry sadece Harry değil, benim dersime giren okuldaki en genç profesörlerden biriydi. Eğer yürümezse, zorlanacaktık. O zorlanmasa bile ben çok zorlanacağımı biliyordum. Dışarıya karşı kendimi güçlü ve sert göstermeye çalışsam da aslında gerçekten çok güçsüzdüm.
Güçlü olmanın kelime anlamını unutacağım kadar kalbim kırılmıştı çünkü.
Aslında her şey bir bakıma benim de suçumdu ve Harry, istemesem de bu konuda oldukça haklıydı. Will'e kör kütük saplantılı kalmak ve beni aldattığını biliyor olmasına rağmen kendimi kullandırtmam benim aptallığımdı. Sırf Will böyle bir adamdı diye bunun faturasını sadece Harry'e değil, etrafımdaki tüm erkeklere kesmem yanlıştı. Kimse bunu hak etmezdi sonuçta. Nereden bilebilirlerdi ki?
Yine de tüm bu empati seansım, Harry'nin ödevime yok yere F vermesiyle son buluyordu. Aklım gerçekten bunu almıyordu. Eğer ciddi anlamda sınıfın geri kalanı gibi rezaletin de ötesinde bir ödev hazırlamış olsaydım, o zaman zayıf notu vermesini anlayabilirdim. Ama hayır, bende yaratmış olduğu tüm kafa karışıklıklarına rağmen kendimi o masanın başından kaldırmamış; her şeyi eksiksiz olarak hazırlamıştım. Ödevlerime her zaman dikkat ederdim ve dersi anlatan profesörün kim olduğuna kişisel olarak bakmadan, aynı özeni göstererek yapmaya çalışırdım. Yani demek istediğim şey Harry'e zıt gitmediğimdi. Onun da bana zıt gitmemesi gerekiyordu. Şansını zorlamak istiyor gibiydi.
Yatağımın üstündeki telefonuma gelen mesaj bildirimiyle ekran parladı. Olduğum yerde hafifçe öne doğru eğilirken parmak ucumda yükselerek ekranda yazan kişinin ismini okumaya çalıştım. Ama sadece numarası gözüküyordu. Rehberimde kayıtlı olmayan biriydi.
Aklıma gelen şey olabilir mi diye önce bir olduğum yerde duraksadım. Oda arkadaşım çılgın partilerden birinde sabahı edecek olduğu için şükür ediyordum. Biraz fazla entel biriydi ve benden çok hoşlanmadığını düşünüyordum. Muhtemelen gelgitli halimden de pek hoşlanmayacağı için, şu anda odada olmaması çok daha iyiydi.
Yatağıma doğru bir adım attım ama, sonra içimden bir şey beni bunu yapmaktan alıkoydu. Kendimi gerçekten geri zekalı kelimesinin sözlük anlamının vücut bulmuş hali olarak nitelendirmeye başlıyordum. Ve bunun tek sorumlusu Harry idi.
Tırnaklarıma eziyet etmeye başladığımı fark ettiğimde kendimi durdurdum. Telefona sırtımı döndüm. Sanki ona bakmazsam, mesajı da okumaya karşı duyduğum o karşı konulması zor olan arzunun üstesinden gelebilecekmişim gibi. Odanın içinde bir o köşeye bir diğer köşeye yürüyüp durdum.
Hemen arkasından aynı numaradan, ikinci mesaj geldi. İşte bu, her şeyin ipinin ucunun kaçtığı son noktaydı. Tüm cesaretimi toplayıp korkumu yok ederken yatağın üstüne attığım telefonumu aldım. Ekranda mesajın üstüne tıklayıp okudum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
From The Dining Table || styles
Fiksi PenggemarBelki bir gün beni ararsın ve bana senin de üzgün olduğunu söylersin.