Eskihisar'a geçmek için evimden yaklaşık 2 kilometre uzaklıktaki Topçular iskelesine vardım. Feribotun gelmesine daha olduğunu öğrenikten sonra arabadan indim ve şirin bir çay bahçesine doğru yola koyuldum.Yağmur yavaş yavaş yağıyordu. Toprak bir gün yağmurun kıymetini anlayacak. Ama o gün yağmur yağmayacak demiş Melana, ne güzel de demiş.Yağmur berekettir,insanın içini açar.
Çay bahçesinin hemen yanında bir parti düzenlenmişe benziyordu. Renk renk balonlar duvarlarda ve çocukların elindeydi. Başlarında parti şapkaları, yüzlerinde parti maskeleri ve daha neler neler...
çay baçesine oturduğumda bir çay isteyip kitabımı çıkardm ve kaldığım bölümden okumaya devam ettim:
...bankada bir hesap sahibi olduğunu düşün, hesabına her gün 86.400 dolar para yatırılıyor, fakat bu paranın hepsi akşama kadar harcamak zorundasın, ertesi güne transfer edilemez. Paranı kullansan da kullanmasan da her akşam sıfırlanıyor. Ne yaparsın? Tabii ki hepsini harcamaya çalışırsın; hepimiz, Zaman adlı bu bankanın müşterileriyiz;
her sabah 86.400 saniyeye sahip oluyoruz; yarına transfer edilemez,her sabah hesabımız dolar,her
akşam boşalır.Geri dönüşü yok,saniyelerini su anı yaşayarak harca,en iyisi bunlarla yatırım yap. Mutluluk ve sağlık için en iyisini yap.
Bir senenin değerini anlamak için sınıfta kalmış bir öğrenciye sor.
Bir ayın değerini anlamak için 8 aylık bir bebek doğuran anneye sor.
Bir haftanın değerini anlamak için haftalık dergi çıkaran bir çilekeşeye sor.
Bir saatin değerini anlamak için kavuşmaı bekleyen sevgililere sor.
Bir dakikanın değerini anlamak için treni kaçıran yolcuya sor.
Bir saniyenin değerini anlamak için bir kazayı önleyemeyen sürücüye sor.
Bir sabiyenin yüzde birinin değerini anlamak için olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan koşucuya sor.
Her anını değerlendir, her dakikanı özel biriyle paylaş.
Unutma! Zaman hiç kimse için durmaz..
kafamı kitaptan kaldırınca çayımın bitmiş olduğunu görünce yeni çay isteyecektim ki saatime bakınca vapurun az sonra hareket edeceğini fark ettim. Çayın ücretini ödedikten sonra hızlı adımlarla arabama doğru yol aldım. Arabayı çalıştırdım ve çok geçmeden feribota bindim.
Arabayı oraya park edip arabadan dışarıya çıktım. Birçok araba vardı burda, merdivenlerden yavaş yavaş yukarı çıktım. Yavaş yavaş yağan yağmur durmuş, yağmurun yerini parıl parıl parlayan güneş almıştı. Içeri girmek yerine manzarayı izlemek için dışarıda oturdum. Masmavi deniz, parıl parıl parlayan güneş, çocukların tatlı bağırışları... Karadaki tarlalar turuncu/kahverengi denizi anımsatıyordu. Ne yazık ki bu verimli tarlaları ve ormanları sırf biraz daha fazla para kazanmak için siteye, alışveriş merkezlerine çeviriyorlardı ve canlıların yaşam alanlarını yok ediyorlardı. Keşke verimli yerler yerine verimsiz yerlere inşa etselerdi. Insanları bilinçlerndirmek için lisedeyken bilgi köşesinde arkadaşlarımla beraber konuşma yapardık. Bu konuşmada dünyada sadece insanların yaşamadığını, hayvanların da yaşam alanına ihtiyacı olduğından ve biyolojik çeşitliliği nasıl koruyacağımızdan bahsederdik. Lise demişken ben lisedeyken yurt dışından İspanyol, Milia adında bir mektup arkadaşım olmuştu. Sık sık mektuplaşırdık onunla. Milianın annesi İspanyol, babası Türktür.O Türkiye'yi çok sever, ara sıra Türkiye'ye geliyormuş. Onunla arada sırada görüntülü aramayla konuşurduk. Liseden beri ona hiç mektup yollamamıştım. Daha feribota binmeden önce bir simit almıştım o aklıma geldi. Bir kısmını yedim ve kalanını martılara attım. Ben martılara simit atmayı çok severim, sevdiklerimin arasında küçük çocuklara şeker dağıtmak da vardır. Kitap okumak bunların başlıcalarındandır. Pırıl pırıl gökkuşağını görmek için önce yağmuru yaşamak gerekir demiş Alfred Austın,çok haklı olduğunu düşünüyorum, yağmur yağmasaydı şimdi bu harika manzarayı göremezdim belki de, kim bilebilir ki? Manzaranın tadını çıkarırken gün çok hızlı geçiyordu, yolu neredeyse yarılamıştık. Kitabımı çıkarıp biraz okudum. Daha sonra kitabımı kapatıp etrafı inceledim. Benim tam yanımda oturan kişi uzun boylu, geniş omuzlu, geniş suratlı, iri gözlü sarı saçlı bir erkekti. Üzerindeki kıyafetlerse kısa kollunun üstüne hırka giymiş, kumaş pantolonluydu. Biraz ötede oturan bayansa yuvarlak suratlı, küçük dudaklı ve küçük gözlüydü. Üstüne bakılacak olursak toplantıya gidecek gibi görünüyordu. Kumral saçını topuz yapmış, takım elbise giymişti. Gemi neredeyse limana varacaktı. Merdivenden aşağıya inerken önümdeki kişiyi birine çok benzettim, tanıyordum ama nereden tanıdığımı bilmiyordum. Merdivenden aşağıya inince fark ettim ki bu Milia imiş. Çok şaşırmıştım, Türkiye'ye ara sıra geldini biliyordum ama bu karşılaşmamız büyük şanstı. Beni görünce çok sevindi ve bana dedi ki:
-Dünya gezene çok küçük, zaman hızlı yaşayana çok kısa.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMAN
Short Story...bankada bir hesap sahibi olduğunu düşün, hesabına her gün 86.400 dolar para yatırılıyor, fakat bu paranın hepsi akşama kadar harcamak zorundasın, ertesi güne transfer edilemez. Paranı kullansan da kullanmasan da her akşam sıfırlanıyor. Ne yaparsı...