ERKEN GELEN TESADÜF

74 3 0
                                    

       Buğulu gözlerimle buğulu cama bakıyorum. Arkasındaki manzara umrumda değil , odaklandigim kendi görüntüm. Annemin ayrıntıları soylemesinden önce vakit kazanmaya çalışıyorum. Siyah gözlerim ve saçlarımla beyaz tenimin uyumunu severdim. Ama gözlerimin kızarıklığı yeni bir ton katmış.
        Kapının tıklanmasıyla kalbim korkuyla tekledi. Gir desem de demesemde girecekler zaten, sustum. Kapı aheste aheste açıldı. Ben beklemediğim kadar öfkeliyim onların da beklemediği kadar sakin.
        Annem lafa başladı hemen ;
         "Çocuk senden belki bir yaş belki iki yaş büyük tür. İlk geldiğimizde hani gazetede gördüğümüz çocuk 'ünlü playboy' diye"  o günü hatirliyordum bu insanlardan nefret ediyorum diye düşünmüştüm ve bu insanların böyle olmasına izin veren kızlardan nefret ediyorum!
         "seni ismen duymuş olmalı. Eee güzelliğin de âşikar. Biraz  daha bakımlı çıkarsan dışarı sana kapilmamasi mümkün değil. Unutma seni bir gecelik sevmeyecek uzun soluklu olmalı. "
       Tüylerim diken diken "o" nu düşünmekten , belkide aramızda daha hiçbir şey yok ken kendimi ihanet ediyormuş gibi hissediyorum.
       "Şu Selçuk ARDIÇ' ın oğlu işte. Ünlü iş adamı  Serdar ARDIÇ. Her haftasonu boğaza doğru çay içtiği bir yer var. Orada buluşmanız ve tanışmanız en iyisi. E tabii rastlantı olarak. Çok yüz verme ki o senin peşine takilsin. "
       Annemden bir gün böyle öğütler almak ta varmış. Kalbime sancı girmiş gibi. Çay muhabbet tir bana göre. Boğaza karşı da çok severim. Ama şu anda ondan dahi soğumak üzereyim. Belki bu dediklerini yapabilirim ama kendime aşık edemem. Etmek istemiyorum.
       "Işte bu kadar" dedi annem. "Sen üzerine düşeni yap gerisi ni boşver. Onlar seni alakadar etmez."
        Sinirlenmeye başladığımın farkindaydim. Hem beni kullanacaklar bir kez daha binlerce yalan siralatacaklar  ve ben bunları niye yaptığımı bile bilmeyecegim.  Peki neden ? Çünkü beni alakadar etmezmiş. Allah ım gerçekten kafayı yiyebilirdim o an. Canım mi acıyor Üzgün müyüm yoksa sinir sinirimda mı kestiremiyordum artık. Ne bekliyordum bilmiyorum ama en azından nasıl olduğumu bile sormadan planı anlatması değildi sanırım umduğum. Annemin vicdaniyla gaddarlığını unutmuşum bir an.
         Odadan çıktılar ve çıkmalarıyla kendimi daha boş hissettim. En azından yanımda olmaları gerekmez miydi? Belkide hayatım boyunca bekleyeceğim ilgiyi beş yaşında bırakmamıştım ben.
         Elim telefonuma kaydı. Rehberde ki onca gerçek insana karşı sahte olan kimliğimle , onca sahte arkadaş tan kendime en yakın hissettiğimi buldum hemen. Benimde kendisi gibi şımarık, zengin ve kafası sadece alışveriş yapmaya çalışan boş bir kız olarak düşünen biriyle vakit geçirmeye ihtiyacım vardı. Benden sadece arkadaş lık bekleyen ve beni bir şey lere zorlamayan biri.
        Telefon ilk çalışta açıldı. Boş kız işte. Hemen daldım konuya.
          "Refika boş musun ?" benimki de soru işte.
          " Tabii ki de. Evdeyim hemde. "
          "Güzel. Dışarı ciksak. diyecektim.Biraz kafa dağıtmaya ihtiyacım var. "
           "Ah anlıyorum tatlım. Nerede buluşuyoruz? "
           "Beni buradan al buradan gideriz bir yerlere işte. "
           "Tamamdır. Yarım saat e oradayım öptüm. "
           Telefonu kapattım. Öpülmeyi sevmem. Lafta bile olsa. Sanırım takılmam gereken son ayrıntı bu. Ama kafam artık ne yapacağını şaşırmış durumda.
          Dolabımı açtım en bıkkın halimle. Sıradan şeyleri seçtim ama siyaha önem verdim. Ruh halimi yansitsin diye. Beni almasını istedim çünkü şuanki ruh halimle kaçmayacağıma emin olamazlar. Her neyse. Hazır vaziyette odamda bekledim. Aşağı inmek tehlikeli. Refika nin kırmızı araba sını gördüm hemen. Bu kızların en büyük özelliği nden biride arabalarını kırmızı olması. Çantamı kaptığım gibi koşar adımlarla indim merdivenleri. Iceriden piyano sesleri duymaya başladım. Bu insanların bu sakinliği delirtiyor beni. Bunca sıkıntının arasında piyano mu? Sanırım bu görünmez sıkıntıyı bir tek ben çekiyorum.
          Piyano odasından Refika nin arabası görünüyor. Arabanın yanından başımla gittiğimi gösterdim. Önce birbirlerine bakıp sonra başlarını
salladilar.
           Bundan sonrası stres atacağım bir kaç saatti artık. Ve kendimi bir anlığına mutlu hissettim.
          "Vay cadı kız ben mor sarı giyineyim sen Karalar içinde gel yaş ta gibi. Oldu mu şimdi ?"
          Iyi güzel kızla vakit geçirmek istiyorum da bana karışmaya başlarsa "Hop dedik" yani. Tabii bu düşündüklerim sadece düşünce de kaldı.          
          "Tarzımı biliyorsun Refika."diye geçistirdim. "Ee nereye gidiyoruz bakalım? "
          "Boğazda ikindi çayı en son sevdiğini söylemiştin."
        Ah, sorunlarım peşimi bırakmayacakhiç ? Ama daha haftasonu na iki gün var. Rahatlayıp belki de son kez eski boğazda çay usulünü yerine getirmeliyim.
         Sahile yakın en güzel kafenin en huzurlu köşesine attık kendimizi. Muhabbet için harika bir ortam. Fakat Refika nın beni tanımak için soracağı sorulara yalan düşünmeye başlamıştım şimdiden. Ne acınası bir hayat!
          Konuyu benim başlatmaya hiç niyetim yoktu. Boğazı seyrediyordum. Martilara simit atan insanlara. Lüx bir kafeye benziyor. Birinin bize yaklaştığını hissediyorum, garson olduğunu tahmin etmekteyim.
         "Ooo hanımlar buyrun ayağınıza çay servisimiz" diye  sese bu ne samimiyet havasında dönüp bakıyorum. ki gazete de ki çocuk Serdar ARDIÇ.  Afallıyorum. Olamaz herhalde diye. Refika yı tanıyor gibi ama bende gözleri takılı kalıyor. Hayır demek istiyorum. Bu cehennem gibi ama cehennem olamayan hayatın canı cehenneme. 
           "Ref i tanırım ama seni ilk kez görüyorum.  Yeni mi geldin buralara? " diye konu açıyor benimle. Refika nın yanına oturuyor. Daha hic tanımadığım bir insanın bana SEN diye hitap etmesi ne haddine!
       Boğazda çay içmeyi severmiş diye tanıtılan insandan son derece mütevazı ve kibar bir kimlik hayal etmiştim. Burası anlaşılan onların mekanı. Niye boğaza karşı çay içtiği belli. Bastırarak konuşuyorum.
         "Yeni geldik. SIZI de ben hiç görmedim. "
         Ve bir daha sonuna kadar kaçınıyorum göz temasindan. Bu rastlantı  biraz erken oldu galiba. Hemde kafamı dağıtmak istediğim gün. Ben çok mu belaliyim?
         Rahatsızlığımı anlayan Serdar ARDIÇ ta çok geçmeden terk etti masayı bizde çok geçmeden kalktık zaten.
        Mahvolan günümün ardından kendimi hemen eve attım ve odama kapandım. Bugüne kadar beni koruyan bir kalkanım vardı sanki. Beni sorunlardan uçuran kanatlarım. Sırlarımı  saklayan duvarlarim. Ama "o" kaldırmıştı ateşten kalkanımı , tüyden kanatlarimi ve görünmez duvarlarimi.
        Ama karanlıklar içindeki tek aydinligim O. O işte. Yeşiller içindeki kahverengi nin güzelliği, soyadı gibi. O işte. Harun ÇINAR.
         Kapım tıklandı. Artık bana en ölümcül ses gibi geliyor bu. Yine sesimi çıkarmadım. Söyleyecek bir sözüm yok çünkü. Annem geldi yine içeriye
         "Tamam işte mutlu ol biraz. Kafanı dağıtman için fırsat. Akşama balık yemeye gideceğiz Selma Hanımlarla. Bir saate falan hazır ol." dedi ve sahte olduğuna emin olduğum gülümsemesiyle terk etti odayı. Selma hanımlar. O'nun annesi. Selma ÇINAR.  Kalbimin hızlandığını hissediyorum bir an. Ve anında dolabımın önünde buluyorum kendimi.
         Beni sevmesini istemedigimi söylüyorum. Ama içimdeki güzel görünme isteğini bastiramiyorum işte. Balık yemeye giderken ne giyilir ki? Siyah darpaçamın üstüne ÇINAR yeşili montumu giyiyorum. Saçlarım her zaman ki doğallığında düz sadece önüme düşen bir tutam dalgalanmış.
        Telefonumu sallıyorum cebime ve soluğu annemin yanında alıyorum. O nu korumak istediğim sırlarımın yanında O ni sırlarıma çektiğimi fark ediyorum dehşet içinde. Güzelliği canlanıyor gözümde susturuyorum bilinç altımı.
         Yol boyunca tırnaklarımı yememek için zor tuttum kendimi. Önce arabalarını gördüm ve sonra... Işte O. Tüm güzelliğiyle elleri cebinde gözlerini hafifçe kısmış boğaza bakıyor. Biran O nun kollarında olduğumu ve suyu öyle seyrettiğimi hayal ediyorum. Nefesini saçlarımda hissettiğimi. Ilk defa biri hakkında böyle düşünüyorum ve kendi kendine utanıyor  benliğim.
          Arabadan en son iniyorum. Gözleri beni arıyor. Allah ım bunu ona hiç söylemem ama ben seviyorum. Evet, bunun adı kesinlikle bu.
         Her şey rastgele oluyor gibi. Aileniz ayrı biz ayrı masaya oturuyoruz ama sanki hiçbir şey rastlantı da değil. Usulca yemeğimi bekliyorum. Uzağım.  Soğuğum.  Çünkü gördüğü gerçek ben değilim.  Beni tüm sırlarımla değil istediğim. Beni ben olarak tanıması. Utanmak istemediğim tek insan çünkü ve arkasına dönüp te beni öylece bırakmasına en dayanamayacağım insan.
         Ilk belirsiz sorusuyla şaşırtıyor beni.
        "Çok sessizsin? "  Sanırım bu sese de aşığım. Ama ona belli etmiyorum.
        "Hayatın bana verdiği tek şey."
         "Hayat senden almış bence." diyor. Haklı. Sesimi aldı , özgüven imi aldı hatta beni benden aldı ama O nu verdi. Belki de hepsine değer.
          "Bence hala tanışmadık. " Dedi. Ellerimi ısıtmaya çalışıyorum.  Heyecanlandıkça daha da soğuyor.
          "Adını biliyorum. " Hafifçe gülümsüyor.
          "Adımla beni taniyamazsin. "
           "Belki de bu kadarlık tanışma yeterlidir."
           Aptalligim üzerimde. O na yapmak zorunda olduklarım bunlar.
           Duraksadığını görüyorum. Ama ben asla yenilmem havalarını. Bana sevgiyle bakan gözleri donuklaştı. Kalbim kendine kufrediyor ama elimdeki rek duygu çaresiz lik sanki.
          Bir anda bir ses duyuyorum arkalardan. Zihnim telaş içinde sesin sahibini arıyor geçmişten. Ve kafede karşılaştığım o gereksiz derecede samimi insanla eşleşiyor. Kalbim duruyor o an. Annemin bana bakışları çarpıyor gözlerime. O sinsi ve işte tam fırsat diyen bakışları. Sersemliyorum.  Hayır bu olamaz.  Böyle olmaz. Bir yanda ailem tüm beklentileriyle ve bir yanda "O" . Hayır diyorum bir kez daha fısıltıyla.  Ama o tek duygum , caresizliğimle bakakaliyoruz birbirimize...

Parmaklarım donarak yazdığım bu bölümümü umarım beğenirsiniz. Hatta telefonum bile donmus olabilir.

    Bu hikaye için yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen ♡ hepinizi seviyorum

çikolata kahvemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin