Güney Kore, Busan - Toronto mahallesi
Ayaklarımın altındaki kaykayın tekerlerine yön verirken sokağın soluna saptım. Kaykayın hızını arttırıp üzerine atladıktan sonra bedenimi yana çevirerek bundan sonraki yolu rüzgârın katetmesine izin verdim. Kaykayın tekerlekleri yavaşlarken batan güneşin son kalan ışıkları sokağa vuruyordu. Rüzgârla birlikte uçuşan kâğıtlar, çöp konteynırlarının yanından geçerken onlara latife ediyordu.
Evin önüne geldiğimi fark ettiğimde kaykaydan indim ve kaykayı zıplatarak kolumun altına aldım. Biçilmeyi bekleyen soluk çimler, hayata küsmüş bahçe cücesi, ardına kadar kapalı olan perdeler ve iki ağacın arasına gerilmiş bir adet hamağı geçtikten sonra boyası soyulmuş kahverengi kapıya ulaştım.
Elimi cebime atıp anahtarlarımı ararken kaykayım diğer kolumun altından bana sırıtıyordu. Elim hâlâ ceplerimi yoklarken bakışlarımı kaykayımdan çektim ve yan eve çevirdim.
Yaşadığım evin aynısıydı fakat aradan çitler geçerek iki evin bahçelerinin birbirine karışmasını önlüyordu. Hoş, çitler olmasa bile yan yana olan bu iki evin birbirinden farklı olduğu aşikârdı. Kapıdaki satılık yazısı dün kalkmıştı, yine güneş batarken kaykay sürmek için dışarı çıktığım zaman diliminde fark etmiştim bunu.
5 aydır satılıktı. Bir hayli yaşlı olan komşum Bay Jung, kalp krizinden geçtiğimiz aylar vefaat etmişti. Oğulları da sanki bunu bekliyormuşcasına evini ertesi gün satılığa çıkarmıştı.
Demek, satıldı.
Kafamı eğip sağa sola sallayarak acı bir tebessümde bulundum.
Bay Jung'ın evinde, ön bahçesindeki boyanma zamanı çoktan gelmiş fakat geçen yuvarlak masasına oturmuş, karşılıklı dumanı tüten kahvelerimizi yudumluyorduk. Ellerimin arasındaki sıcacık kahvenin tadı, Bay Jung'ın her konu da ne kadar yetenekli olduğunun ispatlayan bir eserdi.
Tek eliyle tuttuğu kahveden bir yudum daha alarak bardağı masaya koydu ve diğer elindeki bastonu dikkatini ona vermemi istercesine bir kere yere vurdu.
"Söylesene evlat, ben gidince köpeğime iyi bakacak mısın?"
Şakayla karışık söylediği bu sözleri ciddiye almak istemeyerek ona hitaben latife ettim.
"Neler söylüyorsunuz öyle, daha önümüzde yıllar var."
Bay Jung, her zamanki hareketini tekrarlayarak kafasını eğdi ve gülümseyerek iki yana salladı. Hep düşünüp dururdum bu hareketin bana nerden geldiğini. Şimdi onun siyah bulaşmış beyaz saçlarının dalgalanışı gelince aklıma anlıyorum. Bu hareket bana Bay Jung'tan yadigâr.
"Jesse...benim hayatımı değiştirdi Jungkook."
Bu cümleyi kurduktan sonra oturduğumuz masanın sandalyesin de, uzaklara çok uzaklara daldığını gözlerinden anladığımı hatırlıyorum.
"Beni Kim Naehyun ile tanıştırdı."
Duyduğum tanıdık isimle neyden bahsettiğini anlıyor gibi oluyorum, gözlerimi ona çeviriyorum.
Bir süre sessiz kalıyoruz, buruşuk gözlerinin kenarlarından yaşlar süzüldüğünü fark ettiğim de elimi masanın üzerindeki elinin üzerine koyup yavaşça okşuyorum.
"Jesse bebekken anahtarlar ile oynamayı çok severdi." Kesik bir gülümseme döküldü dudaklarından. "Hâlâ seviyor ya, bu koca dünyada tek değişmeyen şey Jesse. Bana bir bak benim bile eski kuvvetli bedenim yok artık."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
neighbor's pink door あ jikook
FanfictionPembe saçlı komşum, saçları gibi kapısını da pembeye boyatmıştı. ©lilkookmin