2

52 17 12
                                    


1 ay sonra

"Hadi uçağa geç kalacağız." Kapıda İçim'i beklemekten tepem atmıştı. Taksi aşağıdan kornaya basınca asansöre eşyaları yükleyip aşağı indim. Yaşlı adamla birlikte eşyaları bagaja yerleştirmeye başladık. İçim aşağıya inmişti.

"Kapıyı kilitledin değil mi?" İçim kafasını salladı. Uçağa yetişmemiz gerektiği için hızla arabaya bindik.

Hava limanına varınca arabadan indim. Bagajdaki eşyalarımı alıp İçim'i beklemeye başladım. O da aceleci bir tavırla çantaları alıp yanıma geldi. Yürümeye başladığımız sırada telefonum çaldı. Arayan annemdi.

"Alo kızım vardınız mı hava limanına?" Kapının ardındaki kuyruğa girerken cevap verdim.

"Evet şimdi vardık. Birazdan bineriz uçağa."

"Aman dikkatli gelin. Hadi hepimiz hazırız sizi bekliyoruz." Gülümseyerek telefonu kapattım. Güvenliği geçince daha zamanımız olduğu için köşedeki rahat gözüken koltuklara çömeldik. Göründüğü kadar rahattı.

Sabahları bir kahve içmeden ayılamayan ben rahat yer bulunca uykum gelmeye başlamıştı bile. Bunu fark ettiğimde ayağa kalkıp telefonla konuşan İçim'e döndüm.

"Ben kahve alacağım sende ister misin?" Kafasıyla onaylayınca yürümeye başladım. Dalgınca kafeye geldim. Sabah olduğu için hiç sıra yoktu. Sarı saçlarından bukleleri önüne gelen uzun boylu çocuk beni görünce gülümsedi. Onun gülümsemesine karşılık verip siparişimi verdim.

Siparişlerin gelmesini beklerken telefonumla uğraşıyordum. Kulaklığımın teki kulaklığımda kısık sesle bir müzik çalıyordu. Ayağımla tuttuğum ritmi kimse fark etmiyordu. Zaten insanlar ya çok dikkatsizler ya da görmezlikten gelmeyi çok seviyorlardı.

Önüme gelen siparişleri iki elime alıp arkamı döndüğüm sırada neredeyse birisine çarpıyordum. Tanıdık bir koku etrafımı sararken gözlerimi kapatmamak için kendimi zor tuttum. Bu adam kim oluyordu da bu kadar yakınımda duruyordu.

Kısa boyum çenesine denk geliyor olmalıydı ki suratına değil sert göğsüne bakıyordum.

Kızgınlıkla bir adım geri giderken o da bir adım geri gitmişti. Kafamı kaldırıp tam kızacakken tanıdık yeşiller gözlerimle buluştu.

Ben farkında olmadan ağzımdan sözcükler döküldü. "Senin burada ne işin var?" Baran da beni gördüğüne şaşırmış olmalı ki onunda dudakları aralanmış hafif çatık kaşlarla suratıma bakıyordu. Bir elini beline koyup konuştu. "Kahve alacaktım. Ama sen iki tane almışsın bile." Elimdeki iki kahveden birini alıp cam kenarındaki masaya doğru yürümeye başladı. Arkasından bakıyorken yürüyüşü 'küçük dağları ben yarattım' der gibiydi. Sinirime hakim olmaya çalışarak peşinden yürüdüm.

"Kahveyi sana değil arkadaşıma almıştım." dedim. Kafasıyla onaylayıp arkasına döndü. Eliyle İçim'in olduğu tarafı işaret edip konuştu. "Arkadaşının içmek istediğine emin değilim." Neyden bahsettiğini anlamak başımı geriye döndürdüm. İçim uyku ve uyanıklık arasında telefonla konuşuyordu.

Kafamı çevirip karşımda camdan dışarıya bakan Baran'a baktım. Düzgün burnu dolgun dudaklarıyla buluşuyordu. Aslında çok dolgun değillerdi fakat bir erkeğe göre kesinlikle dikkat çekiyordu. Sert yüz hatları ifadesiz gözleriyle büyük uyum içerisindeydi. Bir an gözlerine tekrar bakabilmeyi diledim. Ne yapıyordum ben böyle?

"Doya doya baktığına göre artık gidebilirsin." Kafasını kaldırmadan söylediği egolu cümleler kaşlarımın çatılmasına neden olmuştu. Hiddetle elimdeki kahveyi masaya koyup önündeki sandalyeyi çekip oturdum. Dirseklerimi masaya yaslayıp küçük olan masada hafif öne eğildim.

ÇAMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin