Teori dersi için zorla yerimizden kalkıp sınıf değiştirdik. Bu ders de Anatomi gibiydi, insan vücudunun dans türlerine göre gerekli duruş ve pozisyonlarını, sağlıklı hareket ve esnemeleri, adımlama taktiklerini ve benzeri şeyleri teorik olarak görüyorduk. Pek hoşlandığım söylenemezdi, her dans türünü ayrı ayrı çok seviyordum -eşli danslar korkulu rüyam olsa da dansların kendisini çok sevdiğim gerçeğini değiştirmiyordu- ama teori derslerinden hoşlanmıyordum, dans etmediğim herhangi bir zaman diliminden hoşlanmıyordum açıkçası.
Çok uzun sürmeyen bir dersin ardından kızlar yemek için resmen bana sipariş verdikten sonra onlardan ayrıldım. Sallana sallana merdivenlerden inerken yağmur sesi duyuyordum sanki, girişe geldiğimde bir baktım ki resmen fırtına vardı, ne ara bu kadar şiddetli yağmur yağmaya başlamıştı anlamadım, sabah etraf günlük güneşlikti. Hoşnutsuzlukla yüzümü buruşturdum, evde oturup dizi/film izlediğim ve günün keyfini çıkardığım zamanlar dışında yağmurdan hoşlanmazdım. Neyse ki sonbahara güven olmayacağını düşünerek çantama şemsiyemi koymuştum, yavaşça kapıya doğru ilerlerken çantamda arandım. Girişe geldiğimde şemsiyeyle cebelleşirken tökezledim ve ardından incecik bir kıkırdama duydum. Çocuk avludaki duvara dayanmış yağmurun dinmesini bekliyordu, sanırım biraz da üşümüştü, saçlarından asi birkaç damla süzülürken nefesinden buhar çıkıyordu. Gülüşünü duymazdan gelip gözlerimi kaçırdım ve sıkışmış şemsiyeyi açmaya uğraştım ama hala beni izlediğini bildiğim için ellerim birbirine karışıyordu.
"Sen de benim gibi mahsur kaldın bence." dedi bitmek bilmeyen çabamı takdir ederek, o an sonunda açabildiğimdeyse kendimi tutamayıp meydan okurcasına güldüm. Ellerini 'benim suçum yok' der gibi kaldırdı o da bir tebessümle.
Şemsiyeyi kaldırdım ama yağmura adım atamadım, vicdanıma yüz çeviremiyordum. Çocuk kim bilir ne kadar süre burda bekleyecekti, yağmurun hiç dineceği yok gibiydi, daha da kötüsü gitmeye çalışsa çok fazla ıslanacaktı. Kimseyi zor durumda bırakmaya içim el vermiyordu, bu Jay için bile geçerliydi, geçen sene ona yardım etmeye çok çalıştım, kolum bacağım sargılı halde ağrılarımı yok sayıp, zaman zaman soğutucular sıkıp yine de onun için çabaladım ama nafile. Nasıl yapacağımı ne söyleyeceğimi bilmesem de içim içimi yiyordu, hiçbir zaman cesur biri olmamıştım ve iletişim kurmak hiç benlik bir şey değildi, yapım soğuktu, elimden bir şey gelmiyordu. Kendime ne kadar şaşırsam da hızlı bir delilik rüzgarına tutuldum ama o an, dudaklarım beynimden habersiz hareket etmişti sanki.
"Eve gidiyorsan benimle gelebilirsin." dedim tereddütlü ve mesafeli bir sesle, pek yüzüne bakabildiğim de söylenemezdi, aptalca ama duvara bakıyor gibi görünüyordum sanırım, benim cesaretim de bu kadardı işte. İlk başta şaşırdığını gördüm göz ucuyla, ama sendelese de cevap verebildi.
"Eve gideceğim ama seni sıkıştırmayayım?" dedi çekinerek.
"Sorun değil." dedim, bağımsızlığını ilan eden dudaklarım yine benden habersiz gülmüştü. Gelebilsin diye şemsiyeye hafif meyil verdim.
"Teşekkür ederim." dedi yağmura adım attığımız sırada, çıkış gişelerine kartımızı okuttuk ve metroya doğru yürümeye başladık. Önemli değil der gibi omuzlarımı silktim ve önüme bakmaya devam ettim. Açıkçası o ara ne yaptım ben diye kendimi sorguluyordum. Çocuk benden bir kafa boyu uzun olsa da ayağımda topuklular vardı ve boyumuz oldukça yakındı, ona doğru dönsem gayet de yüzyüze gelecek şekilde yakındık ve çok tedirgindim, yakınlık benim kabusumdu. Parfümünün kokusunu buram buram alabiliyordum, hele yağmurun getirdiği nemle burnumun ucundaki havada asılı kalmıştı sanki; vanilya, çikolata, sakız ve taze nane kokularının çok güzel bir karışımıydı, içime çekmekten burnum sızladı.
"Gerçekten Charmaine, teşekkür ederim. Sabah da belli ki seni bayağı sinirlendirmişim, bunun için de özür dilerim. Taşınma işleri canımı çok sıkmıştı ve ben de çok sinirliydim." dedi mahcup bir şekilde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Utançla Dans
RomanceDans. Charmaine Lowes için hayat danstan ibaret. Bir de iki baş belası Blaine ve Annie. Onlar olmadan Charmaine belki de o tutkuyla bağlı olduğu dans dünyasının içinde bulamazdı kendini. Kendisi biraz utangaçtır da. Tanrım, biraz mı? Bu dünyada görü...