Sıradan bir ekim sabahıydı. Soğuk rüzgar tenime çarpmakla kalmıyor adeta ruhumu okşuyordu.Okul yolunda ki ağaçların dökülen yaprakları ayrı bir atmosfer oluşturuyordu . Burnuma düşen yağmurun habercisi olan damlalarla adımlarımı sıklaştırıp okula doğru yol aldım, yoksa tam tersi sırılsıklam bir şekilde okula varmış olacaktım . Saatime baktım, saat 8.20 yi gösteriyordu . Ders başlayalı 20 dk geçmiş, geç kalmıştım. Neyse ki sırılsıklam olmadan okula varmayı başarmıştım.
Kapıyı tıklayıp içeri girdim , tabi bir klasik yaşandı . Herkes gözünü bana dikmiş anlamsızca bakıyordu. Hemen öğretmenden özür dileyerek yerime geçtim. İlk ders coğrafyaydı , içimden iyi ki geç kalmışım diye geçirmeden edemedim. Bu dersi hem sevmiyor hem de hocanın nefes almadan susmak bilmeyen konuşması ve o tiz sesi başımın ağırmasına neden oluyordu .Kapı tarafındaki kümenin önden üçüncü sırasında oturuyordum. Başımı sıraya koymamla uyumam bir olmuştu.
Arkadaşımın "Yusuf kalksana oğlum zil çaldı." demesine rağmen hiç istifimi bozmamıştım. Sonra kulağıma eğilerek "Yine içindeki boşluk değil mi ? Ne adamsın be Yusuf . Hadi kalk öğretmen gelecek şimdi ."dedi.
Başımı hafifçe kaldırarak arkadaşım Mert'e baktım. Yüzümdeki ifadeyi anlamaya çalışır gibi bana bakıyordu. Uykudan yeni kalkmış kirpikleri neredeyse birbirine yapışmış haldeydi . "Yüzünü yıkamamışsın belli ."dedim. "Ne diyorsun Yusuf . Evet yıkamadım. Sabahları çok soğuk oluyor, yıkamaya üşeniyorum. " diyerek bahanesini önüme serdi. "Amaaa...n banane ."dedim. Tekrar ona dönerek dersin ne olduğunu sordum .
"En sevdiğin ders tarih." dedi.
Evet doğru en sevdiğim dersti . Sayısal bir öğrenci olmama rağmen tarih dersini severdim . Tarih hocamızda ayrı bir güzel anlatırdı. Onun, tarih dersini sevmemde payı elbetde büyüktü.
Ben lacivert renkteki çantamdan tarih kitabımı çıkarırken Mert de arkasına dönmüş Özen'lerle koyu bir futbol muhabbetine girmişti. Sınıf kapısının açılmasıyla tenefüs zilinden beri bitmek bilmeyen zurzuna sessizlikle son buldu. Gelen tarih hocamızdı , mavi gözlü ,kır saçlı sempatik hocamız derse vakit kaybetmeden başlamıştı. Dinlerken büyük bir keyif alıyor adeta tarihi yaşıyor gibiydim .
Kapının çalınmasıyla keyfim bozulmuştu . İçeri giren bir 9. sınıf öğrencisiydi . Kahverengi gözlü , örgüsü omuzlarına kadar inen kumral saçlı kız titrek ve utangaç bir sesle "Yusuf Akın 'ı müdür yardımcısı odasına çağırıyor." demesiyle hoca bana bakıp çıkabilirsin dedi .
Ben ise ne olduğuna anlam verememiş afallamış bir biçimde sınıftan çıkarak müdür yardımcısının odasının yolunu tuttum. İki kat merdiven indikten sonra odanın karşısına gelmiştim. Kapıyı tıklayıp içeri girdim . Müdür yardımcısı o esnada telefon görüşmesi yaptığından odada bulunan kahverengi rahat ve ciddi bir görüntüye sahip olan ofis koltuğuna oturmamı işaret etmişti.
Müdür yardımcısı telefonla konuşurken bende duvardaki tabloları , masada ki objeleri can sıkıntısıyla süzüyor bir taraftan da neden beni çağırdı ki şimdi bu diye düşünüp duruyordum ki sonunda telefon konuşması bitmiş bana yönelmişti .
"Evet Yusuf nasılsın ? " diyerek başlamıştı konuşmasına . Hal hatır sorması şaşırtmıştı beni. İyiyim teşekkür ederim . Neden beni çağırmıştınız ?" diyerek cevabı bekledim . Nasıl konuya gireceğini bilmez bir şekilde eee... dedi . Derin bir nefes alıp "Geçtiğimiz sene baban şehit olmuştu ." diyerek bana bir form uzattı ve devam etti "Sana verdiğim bu formu annenin doldurup imzalaması ve yarın müdür beye teslim edilmesi gerek ."dedi.
Sadece tamam diyerek formla beraber odadan çıktım . İçimde adeta fırtınalar kopuyordu, güçlü olmalıydım.gözlerim dolmuş, birer damla yaş yanağımda süzülüp yere düşmüştü. Dışarıda yağan yağmura koşup saçağın altına oturdum . O muhteşem koku vücuduma yeniden nüfuz etmişti. İçimdeki boşluk adeta kanıyordu sanki yarama tuz basmışlardı .
Babam 1,80 boylarında , geniş omuzları , mavi gözlü sert bakışları olan bir subaydı. Geçtiğimiz sene Hakkari Şemdilli'de bir operasyonda şehit düşmüş , ailemi bir anda hüzün kaplamıştı. Annemin feryatları hala kulağımda yankılanıyor, şu an beş yaşında olan kumral kıvırcık saçlı mavi gözlü küçük kız kardeşim Hilal de olayı anlamışcasına ağlıyordu . Bense güçlü olmaya çalışıyor şehit çocuğu olmanın gururunu düşünerek yıkılmamaya , babamın oğlu olduğumu göstermeye çabalıyordum ama arada kendimi odaya atıyor hıçkırıklara boğulurcasına sessiz sessiz ağlıyordum .
Babamın naaşını hiç unutamuyorum . Tabutun üstündeki o canımı uğruna feda edebileceğim al bayrak ışıl ışıldı . Babamın üniformalı fotoğrafını görünce içim yine darmaduman olmuş güçlü durmaya çalışmıştım. Annem kucağında Hilal ' le ağlıyor etrafta ki eş dostta yardımcı olmaya çalışıyordu ama nafile hiç bir işe yaramıyordu. Hilal'de anneme babamın ne zaman geleceğini soruyordu. Askerler naaşı bize doğru getirirken annem gözündeki yaşları silip kız kardeşime bize doğru gelen tabutu göstererek
"Bak işte orada ,baban geliyor, görüyor musun ?"dedi.
"Hani nerede babam ?" diyerek annemin kucağından etrafı süzüyordu.
Annem ona "Baban orada tabutun içinde kızım . " demesiyle
Hilal' in annemin kucağından inip tabuta doğru koşması bir olmuştu . boyu yetişmeyen tabutu açmaya çalışıyor babamı görmek istiyorum diyerek sızlıyordu . Arkasından gidip onu kucakladım ona babamın üniformalı resmini göstererek
"Bak babam ."dedim .
Babamı bir daha göremeyeceğini anlamış gibi resmi öpüyordu.
Ona babamın uyuduğunu , onun annemi üzmemesi ve sözümden çıkmaması gerektiğini ona iletmemi istediğini söylemiştim. Hilal uslu bir kız olup elimden tutmuştu bense içimdeki bu inanılmaz boşluk ve sorumluluk duygusuyla , şehit çocuğu olmanın gururunu hissederek ağlamayıp güçlükle ayakta durmaya çalışıyordum.
O gün den sonra annemi ve kardeşimi koruyup kolluyordum . Anneme destek amaçlı bir kitapçıda iş bulmuş okul çıkışlarında kitapçıya gidip müşterilerle ilgileniyordum. Başta annem karşı çıkmıştı ama içten içe benimle gururlandığını hissedebiliyordum. Tabi benim ne kadar inatçı ve kararlı olduğumu görünce itirazından vazgeçmişti.
Ben bunları tekrar tekrar kafamda canlandırırken yağmur dinmiş ve zil çalmıştı . Ellerim buz gibi olmuştu , kendimi toplayarak ayağa kalkıp sınıfa doğru yöneldim.
Sınıfa girdiğimde heskes meraklı gözlerle bana bakıyordu.
" Ne oldu niye çağırmışlar seni?"
Geçiştirerek hiç ya bugün geç kalmıştım ya , bir daha olmasın dedi işte , diyerek yerime geçtim.
Sonunda bugün dersler bitmiş çıkış zili çalmıştı . Çantamı alıp işe gitmek üzere minibüs durağına doğru yola koyuldum .
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İÇİMDEKİ BOŞLUK
Teen FictionBen bu hayata kendimi ne ait hissettim ne de dahil. Ben hep bir şeyler arıyormuşum gibi hissediyorum. Hep bir boşluktayım yalnız ve kimsesizim. Ben kendimi arıyorum ama neredeyim bilmiyorum . Önüne çıkana engel dersen, takılıp düşersin; basamak ders...