Yugyeom
Korku içinde olanları izliyordum. Köyüm alevler içindeydi, herkes çığlık çığlığa kaçışıyordu. Her yerde troller vardı, bütün köyü yok ediyorlardı. Bambam ile köye hafiften uzak bir mağaranın içinde olanları korkuyla seyrediyorduk, ikimiz de tir tir titriyorduk. Olayların şokundan ağlayamıyorduk bile.
Saat akşam 6 sularıydı. Annemle beraber yemeği hazırlıyorduk; babam eve yeni gelmişti, gazete okuyordu. Birden dışarıdan bir patlama sesi geldi. İlk önce ne olduğunu anlayamadık, evdeki herkes birbirine korkuyla bakıyordu. Sonra tekrar patlama sesi geldi, bu sefer daha yakından. Bu sesle beraber insan çığlıkları da başladı ve birden kapımız yumruklanmaya başladı. Babam yavaşça kapıya gitti, yumruklar daha da artmıştı. Kapıyı açtı. Gelen Bambam'di.
“Çabuk çıkın bu evden! Troller, saldırıya geçti. Ailem...” diyip titremeye başladı. Hemen yanına koştum ve ona sarıldım.
“Sarılmanın zamanı değil Yuggie! Gitmemiz gerekiyor.”
Bunu dedikten sonra kolumdan tuttu ve hızlıca dışarı koştuk. Arkamızdan ailem de geliyordu, ama daha yavaşlardı. Birden arkalarında bir trol belirdi ve onları tek hamleyle yakaladı.
“HAYIR!”
Gözlerim dolmuştu. Bunu gören Bambam, beni daha hızlı çekmeye başladı ve hızlıca koştuk. Bir mağaraya girdik.
Gözlerim bu anları hatırlayınca tekrar doldu. Kafamı eğdim ve gözlerimi kapadım. İnsan sesleri daha da arttı. Gözlerimi açtığımda bütün gözyaşlarım aşağı düşmeye başladı. Bambam de aynı durumdaydı. Kafamı kaldırdığımda karşıdan gelen trolü gördüm. Bambam'i sertçe dürttüm. Trolü gördüğünde dehşete uğramış gibiydi. Geriye doğru çekildik ama artık çok geçti, trol çoktan bizi yakalamıştı. Gözlerim adrenalinden karardı.
Gözlerimi tekrar açtığımda zindan gibi bir yerde olduğumu fark ettim. Ortada sadece bir tane meşale vardı, duvarın üstünde.
Ne yani, ölmemiş miydim?
Sağıma baktığımda Bambam’in hala baygın bir halde olduğunu gördüm. İkimizin de el ve ayakları zincirlerle bağlanmış bir haldeydi. Kurtulmaya çalıştım, ama pek bir faydası olmadı. Derin bir iç çektim ve tekrar Bambam'e baktım, benim gibi yaralanmamıştı o da. Hangi krallıkta olduğumuzu bilmiyordum, trol krallığıdır muhtemelen.
Eğer trol krallığıysa, neden her şey normal boyutlardaydı? Troller devasa yaratıklar çünkü.
Bir süre sonra Bambam ayıldı ve ona seslendim. Bana şaşırmış bir şekilde bakıyordu. Buradan çıkmamız gerekiyordu, bundan eminim. Tam ona nasıl olduğunu soracakken zindanın kapısını bir elf muhafız açtı.
Elf mi? Bizi bir trol yakalamamış mıydı, elf ne alaka?
Elf muhafız gerçekten de yakışıklıydı; ama biraz fazla kısaydı, en azından bana göre.
“Kalkın, Kral Jinyoung sizi bekliyor.” Yavaşça ayağa kalktık ve muhafızı takip etmeye başladık. Merdivenlerden çıktık ve bir süre sonra şaşaalı bir kapının önünde durduk. Muhafız kapıyı çaldı ve içeriden izin gelince açtı. İçeri girdik ve muazzam bir odayla karşılaştık. Avizeler, halılar, sütunlar, döşemeler... Her şey çok güzeldi. Kral orta yaşlı biriydi; beyaz uzun bir cübbe giymişti. Yavaşça krala doğru yürüdük.
“Onları getirdim, majesteleri.”
“Teşekkürler Woojin, gidebilirsin.” Muhafız, Woojin, başıyla onaylayarak geri çekildi. Tekrar krala dönüdüğümde bize bakıyordu.
Biz nasıl buraya geldik?
Kral gülümsedi.
“Aklınızdaki soruları anlayabiliyorum Bay Kim ve Bay Bhuwakul. Bizi bir trol yakalamıştı, nasıl buraya geldik? Adımızı nereden biliyor? Biz elfler, siz insanlara yardım etme amaçlı köyüzüne geldik. İçinde saklandığınız mağara, Elf Krallığı'nın yolunda olduğu için ilk sizi kurtardık. Merak etmeyin, daha bir sürü kurtulan var; hepsi aşağıda zindanda. Ad konusuna gelirsek, kimlikleriniz yanlarınızdaydı.”
Hafiften kıkırdadı.
“Siz daha çok gençsiniz; zindanda kalmak yerine bizim adımıza savaşabilirsiniz, değil mi?”
Gözlerimi kırpıştırdım. Bir, iki, üç... Bambam benden önce davrandı.
“Nasıl savaşmak? Bizi gördünüz majesteleri, mağarada resmen korkudan tırsmış haldeydik. Nasıl savaşabiliriz ki?”
Kral tekrar gülümsedi.
“Öğreneceksiniz. Birazdan öğretmenleriniz gelecek, onlarla tanışacaksınız. Yarın sabah 7'de sarayın bahçesinde çalışmaya başlayacaksınız.” Gözlerim büyüdü. Tam bu sırada kapı çaldı.
“Ah, onlar olmalı. Girin!”
Kapı açıldı ve içeri bizim yaşlarımızda 2 genç elf girdi. Biri Kralın kaşları çatıldı.
“Jinyoung, senin ne işin var burada? Jaebum nerede?”
Yine mi Jinyoung?
“Youngjae ile çalışıyor,” bize doğru baktı “bunlardan birine ben öğretebilirim.” Kralın kaşları daha çok çatıldı.
“İyi de sen—”
“Ben öğretebilirim, baba.”
Baba mı? Bu elf, prens miydi?
Kral derin bir iç çekti.
“Pekala, sen bilirsin. Jinyoung, Jia Er; bunlar Kim Yugyeom ve Kunpimook Bhuwakul. Öğreteceğiniz kişiler.” İkisinin de kaşları çatıldı.
“Pardon ama ikinci ismi tekrarlar mısınız majesteleri?” diye sordu Jia Er.
“Bambam deseniz de olur...” dedi Bambam sessizce. Kral gülümsedi.
“Cevabını aldın sanırım Jia Er.” Jia Er gülümsedi.
“Neyse, tanıştığınıza göre gidebilirsiniz artık. Jia Er, onlara odalarını gösterebilir misin?”
Ayrı odamız mı olacaktı?
Bambam'e baktım. Onun da aynı şeyi düşündüğü belliydi.
“Ah, majesteleri, önce zincirlerini çıkarsaydık?” dedi
Jia Er gülümseyerek.“Ah, haklısın. Evet, çıkar lütfen.”
Jia Er bize doğru yürüdü ve cebinden anahtarları çıkartıp zincirlerin kilidini açtı. Neyse ki çok sıkı değillerdi, iz bırakmamışlardı.
“Beni takip edin.” Gülümsedi.
•
•
•Yugyeom & Bambam: 18
Youngjae: 19
Jackson, Jaebum & Jinyoung: 21
Mark: 22
ŞİMDİ OKUDUĞUN
And The Cupids Start To Sing • Jingyeom
Romancearkadaşım açıklamayı allah'a havale etmem gerektiğini söyledi