wampir kraligi

0 1 0
                                    

Elizabeth “Betsy” Taylor, 30. yaş gününde sekreterlik işinden kovulur ve bir araba kazasında ölmek üzere evine doğru yola koyulur. Birkaç gün sonra bir tabut içerisinde gözlerini açtığında, daha neler olup bittiğini bile anlamasına fırsat kalmadan ölümsüzlerin arasına katıldığını idrak eder. Üstüne üstlük, yani daha da acısı, insanüstü bir takım güçler edindiğini anlaması da uzun sürmez. Şey… İnsanüstüdür, çünkü o bir vampirdir artık!

Vampir halkı, Betsy’nin kehanetlerde adı geçen Kraliçe olduğuna inanmaktadır. Ama bu Betsy’nin umrunda bile değildir -onun tek derdi yeni ayakkabılara sahip olmaktır! Vampir dünyası, Bela Lugosi bozması bir ucube tarafından ters düz edilmek üzeredir ve Betsy’ye inananlar, onun bu vaziyetin çaresine bakmasını beklemektedirler. İyi de hay aksi, neden bir vampir kraliçe prospektüsü falan yok ki! Neyse ki müstakbel eşi Eric Sinclair -sinir bozucu bir şekilde- sürekli yanında! Hımmm. Keşke bu kadar uzun boylu, esmer, yakışıklı …ve ölümsüz olmasaydı.

“Eğlenceli, esprili ve keyifli… Sizi gülmekten kıracak ve Mary Janice Davidson’nın yetenekli kaleminden çıkma başka eseler için ‘ölüp bitmenize’ neden olacak bir kitap deneyimi.”
–Romance Today

“Chick lit, vampir romanıyla işte bu yaratıcı, güncel, seksi ve inanılmaz esprili kitapta buluşuyor.”
–Catherine Spangler

1

Öldüğüm gün korkunç bir şekilde başladı ve çok geçmeden daha da beter bir hal aldı.

Çalar saatime bir kereden fazla basıp işe geç kaldım. Dokuz dakika daha uyuyabilmek için kim alarmım susturmaya çalışmaz ki? Kimse, işle bu kadar basit. Sonuç olarak, ben de her zaman uyuyakalırıın. Aptal çalar saat.

Kahvaltı edecek vaktim yoktu. Onun yerine otobüsü beklerken kendime bir çift çikolatalı tart aldım. Mmm,,. Çikolata. Annem bunu onaylardı (beni bu belalı şeylere kim alıştırdı sanıyorsunuz?) ancak bir besin uzmanı olsa kalori terazisini kafama geçiriverirdi.

Elbette ki, otobüs gecikti. Minnesota Transit sistemini takdir etmek gerek. Çeyrek milyon nüfuslu bir bölgeye sadece altı otobüs… Zaten bu otobüsler eğer geç kalmazsa da, erken gelmiş oluyorlar. Merdivenlerden inip de otobüsün sokağın ucunda gözden kayboluşuna kaç kere seyirci kaldığımın sayısını ben bile unuttum. Tarife mi? Ne tarifesi?

Yine geciken otobüsümüz sonunda göründü, ben de bindim ve oturdum… bir sakızın üzerine.

Saat dokuzdaki toplantıda (ki bu toplantıya saat 9.20’de katıldım) krizin (hani ekonomistlerin yıllardır inkâr ettiği şu kriz) beni tam iki gözümün orta yerinden vurduğunu öğrendim: Kovulmuştum. Beklenmedik değildi  bizim ihtiyar Hamton & Sons’ın en son kâra geçtiğini duyduğumda daha lisedeydim ama yine de bir o kadar canım yandı. En kötüsü de insanın isini kaybetmesidir. En ufak bir şüphe duymadan, sizi istemeyen birileri olduğunu bilirsiniz. Kişisel, finansal ya da işlevsel nedenlerden kaynaklanıyor olması mühim değildir. Sadece sizi istemezler, nokta.

Hamton & Son şirketi, bir yıllık gecikmeyle de olsa harcamalarında birtakım kesintiler yapmaları gerektiğini farkederek kıdemli müdürlüğün altı haneli maaşlarını eksiltmek yerine idari çalışanları işten çıkarmaya karar vermiş. Muhasebeci ve sekreterler, feda edilmeye uygun görülmüş. Ama intikamımız kötü olacak. O ahmaklar biz olmadan, bırakın şirketi yönetmeyi, tek başlarına bir faks göndermeyi bile başaramazlar.

Bu zevk verici düşünceyle masamı temizledim, iş arkadaşlarımın benimle göz göze gelmekten kaçındıklarını görmezden geldim ve eve geri döndüm. Yabanmersinli milkshake içmek üzere Dairy Queen’e giderek kendimi teselli ettim. İşte baharın ilk işaretleri: Bülbüller, taptaze çimenler ve sezon için açılan Dairy Queen.

Hâlâ şapırdayarak ön kapımdan içeri girerken telesekreterimin ışığının minik bir ejderha gibi bana göz kırptığını gördüm. Mesaj, üveycan a varımdan geliyordu ve arkadan duyulan gürültü patırtıya bakılırsa beni kuaför salonundan arıyordu. “Baban ve ben bu akşamki partine katılamayacağız… Yeni bir ilaç tedavisine başladım ve ben biz sadece gelemeyiz. Üzgünüm.” Elbette, üzgünsün, salak. “Biz olmasak da sen eğlenmene bak.” Sorun değil. “Belki bu akşam birileriyle tanışırsın.” Açılımı: Belki zavallı bir dangalağın teki seninle evlenir.

Üveycan a varımla ilk günden beri aramızdaki tek ilişki şundan ibaretti: Yeni kocasının ilgi odağı olma rekabeti. Daha da beleri, benim gözümde gerçekten önemli olan bir konudan kaçmak için depresyon kozunu kullanmaktan bir kere bile çekinmedi. Onunla tanıştıktan bir hafta sonra bu huyu artık beni rahatsız etmez oldu, dolayısıyla sanırım bu konuda da diyecek bir şey yoktu.

Kedimi beslemek için mutfağa girdim ve işte ancak o zaman yine kaçtığını farkettim. Benim GiselIe’im (hâlbuki daha çok. ben onun Betsy’siydim) her zaman macera arayışı içindeydi.

Saatime baktım. Tanrım, Tanrım. Daha öğlen bile değildi. Biraz çamaşır yıkayıp göz makyajı yapmanın tam zamanıydı ve böylece günümüz tamamlanmış olurdu.

Mutlu yıllar bana.

Korkunç bir nisan tipisiyle karşı karşıya kalacağımız sonradan ortaya çıktı ve partim ertelendi. Yine her zaman olduğu gibi… Zaten ben de yüzüme mutlu bir ifade takınıp dışarı çıkmak ve bol bol şarap içmek islemiyordum. Amerikan Pazarı berbat bir yerdi ama yine de o pahalı perakende malları, gürültücü haftasonu kalabalığı ve altı dolarlık içkileri için havamda olmam gerekliydi.

Saat sekiz sularında Nick aradı, bu da günümün yegâne parlak ışıltısıydı. Nick Berry, St. Paul’un dışında çalışan süper hoş bir dedektifti. Birkaç ay önce saldırıya uğramıştım ve…

Tamam, şey, saldırı demek biraz hafif kaçar. Bu tıpkı İkinci Dünya Savaşı’nı talihsiz kelimesiyle tarif etmek gibi bir şey olur. Aslında bu konu hakkında konuşmaktan  ve bunu düşünmekten  hoşlanmıyorum ama olan biten şuydu; Khan’s Moğol Barbeküsü’nden (salata ve tatlı dahil her şeyi 11.95 dolara yiyebilir ve tabağınızı bedavaya yeniden doldurabilirsiniz kıyafetlerinizin saatlerce sarımsak kokmasının sizin için bir sakıncası yoksa, o zaman fiyat bayağı iyi diyebiliriz) çıkarken bir grup çatlak üzerime çullandı.

Bana saldıranların ne istediğine dair en ufak bir fikrim yoktu, ne çantamı almaya, ne de bana tecavüz etmeye yeltendiler, hatta devlete karşı kurulan komplo teorileri bile öne sürmediler.

Hiçbir yerden gelmediler tam anlamıyla hiçbir yerden. Bir an esneyerek anahtarlarımı bulmaya çalışıyordum, sonraki dakikaysa etrafım çevrilmişti. Manolo Blahniklerimin burunlarıyla onları tekmeliyor ve bir yandan da elimden geldiğince yüksek sesle yardım İçin bağırıyordum, onlar da bir grup azgın sincap gibi pençelerini üzerime geçirmiş, beni ısıtıyordu. O kadar yüksek sesle bağırmıştım ki, sonraki Üç gün sesim bir fısıltıdan öteye gidemedi. Leş gibi kokuyorlardı, iki haftalığına Cape”e gittiğim ve evden çıkmadan önce çöpleri boşaltmayı unuttuğum zamanki mutfağımdan bile daha beter bir kokuydu bu. Hepsinin uzun saçları, acayip renk gözleri vardı ve benimle bir kelime bile konuşmadılar.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 17, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

vampir kraligiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin