rüzgar çarpıyordu elmacık kemiklerime. yanaklarımdaki ayva tüylerini teker teker okşayarak iniyordu çene hattımdan aşağılara doğru. sarının koyu tonlarında, kahveye yakın boğazlı kazağım ile sonbahara uyum sağlıyor ve aynı zamanda bademciklerimi üşütmekten korunuyordum.
her zaman zihnime korku salan o bademcik ameliyatını olmak istememem, boğazlı kazaklarım ile beni güzel bir ikili yapmıştı. yuvarlak çerçeveli gözlüklerim ise tamamlayıcıydı resmen. her yere sonbaharın güzel kahveliği hakimken kabanım beni soğuyan havadan koruyor, karşıdan gelen kadının şalını titreyerek boynuna geri yollamasına alaycı bakışlarımı sunmamı sağlıyordu.
ahşap zeminde, sahil kenarında birikmiş yaprakların ayaklarım altındaki hışırtısı artarken dudaklarımın kenarında bir kıvrım beliriyordu. her yer sakinlemiş, rüzgar heybetini azaltmıştı. şimdi sadece boş sokaktaki yaprakların hışırtısı vardı.
o sırada gördüğüm kalın gövdeli ağacı beğendiğimden gülümseyerek turuncu yaprakların arasına biraz daha yaklaşmıştım. beğendiğim ağaca gelmem ile turucuya çalan gökyüzünde bir yeşil yaprak süzülerek botlarımın az ötesine düşüvermişti.
bu dudaklarımda süregelen gülümsemeyi genişleten sıkıcı gelen sonbahar ayına aykırı olan yeşil yaprağı doğanın bir armağanı olarak kabul görebilirdim. dizlerimi kırarak bacaklarımı küçülttüm ve sarı ezilmiş yaprakların üzerinde yatan canlı yaprağı parmaklarım arasına aldım.
içtenlik ve ufak bir şaşırtıyla burnumdan verdiğim sesli nefes eşliğinde ayağa kalkarken her türlü ıvır zıvırın bulunduğu postacı çantamı açıp önde, fırçalarımın olduğu bir göze sıkıştırdım. ayaklarımı hareket ettirip kadrajıma giren kahve dış cepheli evim ile bacak hareketlerimi genişleterek bir yüz metre kadar koşmuştum.
hangi ara güzel bahçemin demirliklerini açıp kendimi kapıya kadar attığım hakkında bir fikrim yoktu, her zamanki gibi. anahtarlarımı kaybetmemek adına aldığım küçük anahtar askılığına halkasından tutarak astığımda botlarımı topuklarından sıyırarak dağınıkça çıkartıp atmıştım.
bol pantolonum ile rahat bir pozisyonda olduğumdan üzerimi değiştirme gereği duymadan postacı çantam ile beraber kendimi güzel bahçemi neredeyse içine konuk eden terasıma çıktım. kapağını açtığım çantamın hiçbir zaman fermuarını çekmediğimden içerisine dökülmemesi için özenle sıkıştırdığım çin yemeklerini dışarıya çıkarttım. tavuk ve noodle en sevdiğim seçenekti.
yine çantamın içerisinde olan macbookum teras sehpasını bulurken standart tekli koltuğuma kalçamı koyup arkama yaslandım ve dudaklarım arasından yorgun bir nefes verdim. son nü çizimlerimi gözden geçirmem ve okul panosu hakkında düzenleme yapmam gerekiyordu lakin bahçemden gelen hışırtılar buna büyük bir engel oluşturmuştu.
akşamüstüydü ve güneş sadece cılız turucu ışıklarını bahşederken uzun dallı ağaçlarımın arasını görmek mümkün değildi. bugün doğa yeterince iyilik yapmış ve son yeşil yaprağını bana bahşetmişti güzel bir ışık şöleni beklemek manasızdı tabii. tekli koltuğumun üzerinde topladığım bacaklarımı serbest bırakırken mermer zeminde ilerleyerek korkuluklara dek gelmiştim.
gelmemle gözlerimin önünde beliren gri eşofmanlı ve siyah uzun bir sweati olan genç kirpiklerimin arasından gördüğüm kadarıyla parmaklarında ufak bir yeşil yaprak sallandırıyor ve ayakkabılarının topuğunu yere sürterek toprak topluyordu. siyah kahküllerinin sakladığı tenini görmek ise benim bulunduğum konumda olanaksızdı.
"hey?" sorgulayan bakışlarım direk bahçedeki yabancıda gezinirken sanırsam dikkatini bu yöne çekmeyi başarabilmiştim. kafasını kaldırıp balkondan bana baktığında beyaz teninin üzerine iliştirilmiş kömür karası gözlerini görebilmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
autumn leaf ,, taeGi
Short Story"sen son yaprağımsın, son sonbahar yaprağım" ||taegi oneshot||