"Neyse sen meşgulsün galiba sonra konuşuruz." diyerek yüzüne kapattım.
Konuşmasına fırsat vermemiştim. Zaten verseydim de verecek cevabı olmadığına yemin edebilirdim.
Telefonu sertçe masaya koyarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Bugün onu ektim diye hemen başka birilerinin yanına atmıştı kendini.
Cidden bir insan nasıl bu kadar yüzsüz olabilirdi?
Düşüncelerimi toplamaya çalışırken kapı açılış sesi duydum. İçeriye gittiğimde annem elindeki poşetleri kapının eşiğinden içeri koymaya çalışıyordu. Sessizce yanına yaklaştım ve tüm poşetleri içeriye koyduk.
"Cenk nerede kızım?"
"Odasında anne. Gelir gelmez oraya kapandı."
Tamam anlamında kafasını sallayarak Cenk'in odasına doğru yürümüştü. Kapıyı hafifçe tıklayarak kapıyı yarı bir şekilde aralayıp izin istemişti ve saniyeler sonra annem odadaydı.
Bazen annemin hareketlerini tapılası bulurdum. Gülüşü, ağlayışı, öğütleri, meraklılığı, kızışında bile bir asalet vardı kadının.
Hayat toz pembe değildi ve benimde annemle arada kavgalarım oluyordu. Küs kalsakta sonraki günlerde sanki hiçbir şey olmamış gibi konuşmamızı sürdürürdük. Kopamazdık birbirimizden.
Hatırlıyorum da bir keresinde sınıfca kimsesizler krumunu ziyaret etmiştik. Onlar için çikolatalar almıştım ve oyuncaklar... Zaten zor bir hayat sürüyorlardı, sürekli olmayıp küçük bir anlığına olsa da onların yüzlerinin güldüğünü görebilmek beni çok mutlu ederdi.
Çocukların yanına gittiğimizde ilk başlarda ürkek olsalarda sonraları ısınmıştık birbirimize. Ve her zamanki sulu göz ben yine karşı koyamamıştım gözyaşlarıma. Annesizlik olmasa da babasızlığı çok iyi bilirdim. O da bir eksiklikti. Ya annesizlik! Düşünemiyordum bile. Işte bu yuzden bu yerlerde yetişen çocukların daha çok ihtiyacı vardı sevgiye, şefkate, sıcacık bir sarılmaya...
Işte o zaman anlardı insan annesinin, babasının ailesinin değerini...
Onları kırmaması gerektiğini...
Saate baktığımda sekizdi ve Umut yine dışarıdaydı. Eve geliyor, evde kalmasını söylüyorum yine çıkıyor. Cidden bu çocuğu evde tam anlamıyla üç dört saat görsem dişimi kırarım. Ne meraklıymış gezmeye...
Televizyonu açıp kanalları rastgele değiştirirken telefonumun her zamanki mesaj sesi baş gösterdi. Mesajı atan Hazaldı ve yarın herhangi bir planım olup olmadığını soruyordu.
Sanırım yoktu ve bir süre olamayacaktı da. Bu moralle dışarıda gezip eğlenecek enerjiyi hiç kendimde bulamıyordum. Cidden bana ne olmuştu bu aralar?
Gezmek için çıldıran bana ne olmuştu?
Mesaja olumsuz anlamda cevap verdim. Selma Sultanın kesin bir dille izin vermeyeceğini yazdım ki zaten bu onu çok iyi bilirdi ama sonuna da emrivaki yapıp bir anda bize gelmesini anlatacağım önemli şeyler ve onun düşüncelerine ihtiyacım olduğunu da eklemiştim. Tam mesaj bölümünü kapatıp telefonu masaya koyacaktım ki tekrar bir mesaj sesi geldi.
"Rüya hiçbir şey sandığın gibi değil. Gerçekten çok yalnış bir zamanda aradın :/ Perşembe akşamı gelip alacağım seni. Konuşmamız lazım."
Mert nasıl yüz bulup böyle mesajlar atabiliyordu. En azından bana birkaç gün vererek sakinleşmemi sağlayabilirdi.
Tamam aradan birkaç gün geçmesine izin vermişti ama hemen buluşmayı istemişti. Cevap vermeyi düşünüyordum ki sonra hemen vazgeçtim. Görmemişlik numarasına yatıp buluşmayabilirdim. Sonra da ne kadar çocukca düşündüğüm aklıma geldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİLSİLE
Teen FictionHayatınız, bir kitaptır. Siz ise o kitabın başrolü. Her kitabın kendine özgü bir hikayesi ve her başrolün ise kendine has rolleri vardır. Gelin şimdi, başka bir hikayeye tanık olalım. Babası hapiste olan Rüya'nın hikayesine... Tüm hakları göz kapa...