aşklarım biliyorsunuz bu kitabı yazarken ne kadar hassas olduğumu ve sizden tek isteğim karakterlere sinirlendiğinizde bunu 'orospu' tarzı kelimeler ile belirtmemeniz, biliyorum yaptıklarının hiçbir olumlu yanı yok ama onlar yine de bizim jiminimiz bizim kookumuz (":
her yorumunuzu okuyorum ve geçen bölüm vote çok düşük olsa bile çokça yorum yapmışsınız çok mutlu oldum, çok güzelsiniz yorum çokluğuna hevesim geldi diğer kitaplarıma bakmadan buna bölüm yazdım ben de
sizi seviyorum ♡
...
Pişmanlık bir kişinin yaptığından, yapmış olduğundan veya yapacağından duyulan vicdan azabı olmakla beraber pişmanlık aynı zamanda kocaman bir 'keşke yapmasaydım' tarzı bir cümlenin tek kelimelik hâle gelmesiydi. Pişmanlık çok garipti, pişmanlık saçmalıktı ve keşke dediğimiz şeylere, keşke olmasaydı da yapmasaydım dediğimiz tüm pişmanlıklar sonrası yapabileceğimiz ikinci bir zaman çıkınca önceki vicdan azabını unutup yeniden yapmaktı.
Pişmanlık.
Park Jimin bir gece yarısı eşinin yanından kalkıp kendini lavaboya kapatıp sabahlara ağlayacak kadar pişmandı, küçük olan gözlerini küvete dikip tüm tenini kanatana kadar yıkayıp keşkeler ile kendine boğacak kadar kendi katili olma düşüncesine alışmıştı. O gece o küvette tüm vücuduna belki kanatana kadar ovmuş, belki de kanattığı yerlere şampuan ile yakmıştı fakat hiçbiri etmiyordu yüreğindeki şu sızıyı. Hiçbir tasvir yoktu bu acıyı anlatmaya, hiçbir şey kafasındakinden döndürmeye yetmiyordu onu.
Keşke, diyordu. Keşke dudakları değmeseydi tenime.
Keşke o gün Jeon Jungkook'un dudakları Park Jimin'in tenine değmeseydi de hissetmeseydi böyle Park Jimin daha evliliklerinin cicim aylarındayken, hissetmeseydi eşi dururken başkasına karşı duygular.
Cesaret.
Bu neydi böyle bilemiyordu küçük olan, şimdi gidip iş büyümeden üstüne üstlük yalanlar artmadan söyleseydi Yoongi'ye onun güzel bakan gözlerindeki yansıması ile o güzel gözleri kirlettiğini, söyleseydi ya beni böyle güzel sevme diye. Yapamıyordu, diyemiyordu ona aldattım seni diye. Çok büyüktü şu cümle, çok acımasızdı ve güven kırıcıydı. Her zaman küçük olan bir şeyleri yıkıp yakardı, umursamazdı Yoongi'nin de etraftaki şeyler gibi kırılıp kırılmadığını. Yoongi gelir yanaşır bu işi çözerdi, büyük olan cesaretliydi ama küçük olan hiç değildi. Ya da cesaretli miydi kendini bir yasak aşka kurban edecek kadar?
O günün üstünden tam bir hafta geçmişti ve Park Jimin kendini bilmem kaçıncı defa küvete atmış ve tüm bedenini köpükler altına gömmüşken yüzü gözyaşları ile ıslanmıştı.
"Jimin-ah?" Yoongi gecelikleri ile banyoya adım atınca eşinin küvette dinlendiğini görüp yanına ilerlemiş ve dizinin üstüne eğilirken elleri eşinin ıslak saçlarına yer edinip ovmuştu. "İyi misin?"
Sorun buydu işte, Min Yoongi her saniye Jimin'e iyi misin diye sorarken etrafındaki kaç kişi bunu büyük olana sormuştu. Kaç kişi demişti bir şeye ihtiyacın var mı diye ya da kaç kişi güven verici bir şekilde dinlemişti dertlerini.
"İyiyim." demişti Jimin sanki ağlamayan kendisi değilmiş gibi gülerken, "Uyusana sen."
"Yanımdaki yokluğunu bir haftadır fark ediyorum Jimin." demişti sonunda içindeki sıkıntıyı aktarıp yere otururken. "Jimin sen gerçekten iyi misin?"
Jimin ruhen kötüydü ama en kötüsü, artık karakter olarak da kötüydü. Eşini aldatacak kadar alçak, başkasını sevmeyi kabul edecek kadar yabancıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
marriage | myg'nin çaresizliği
Fanfiction-angst. İnsan insanı ya tamamlamalı ya da tam anlamalıydı ama bir zamanlar bu cümleyi kurduğum adamın bir gece ansızın kalkıp saçlarını öpsem, saçlarında hayat buldum desem sabah uyandığımda saçlarını kestiğini görecek gibi hissediyordum.