“Hangi, kafasını KLOZETE SOKTUĞUMUN ÇOCUĞU AYNAYI DOKSAN KİLO DUDAĞIYLA EMÇÜKLEMİŞ?!” Alice’in çığlığıyla yerleri silmeyi bırakıp ona döndüm. Gerçekten aptal kızın biri öyle yapmıştı ve bu iğrenç duruyordu.
“Üstelik tuvaletlerin arkasına yazılan çirkin yazıların şuan dikkatimi çekmesi, resmen insanlarla dalga geçiyorlar, bunu müdüre göstereceğim.” Böyle şeylerin sinirimi bozmasının yanında ekstra olarak verilen tuvalet cezamız müthişti. Ama benim özellikle acıdığım kişiler Yugyeom ve Bambam’di. Çünkü erkekler tuvaletinin daha berbat bir hâlde olduğunu duymuştum.
Şu okula aileleri çanta dolusu para saymalarına rağmen, o parayı rezil etmeye bayılıyorlardı. Youngjae ise, şansına bugün kütüphane nöbetçisiydi de, oraya bile gelememişti. Bu durumda da bizimle dalga geçerek, bütün kahkahasını koridorlarda yankılatıyordu.
“Sen tam bir şizofrensin!”
Elimdeki sopayla poposuna bir tane geçirdiğimde, gülmeye devam ederek kaçmıştı.
Tuvaletteki işimiz ve son saati kantinde dinlenerek geçirmemizin ardından okul bitmiş, biz de çıkışa doğru gitmeye başlamıştık. Jackson ise her zamankinin aksine bugün ortalıkta görünmüyordu. Belki de artık barıştıkları için hâlâ ben ve diğer herkes gibi Bambam’in o yüce kararını bekleyerek, herhangi bir saygısızlık ya da kırıcı bir şey yaparak aralarının tekrar bozulmasını istemiyordu.
Alice yine benim arabamla geldiğinde onu eve bırakarak kendim şirkete eğitim için geçtim. Aslında bu benim için biraz tehlikeli olabilirdi çünkü sabah beşte Paris’e bir uçuşumuz vardı. Gerçekten olanlar oluyor ve abim nişanlanıyordu. Bu durum her aklıma geldiğinde onun için ne kadar üzüldüğümü düşünmeden edemiyordum.
Küçük bir kardeş olarak yanında olmalı ve neşelendirmeliydim belki de ama ne Miya ne de Mizu benim en çok ihtiyacım olduğu zamanda benden abilik ve ablalıklarını esirgemişti. Bu yüzdendi belki de onlara karşı bu kadar sinir dolu olmam.
Belki de, istesem de bir daha o kadar yakın olamayacaktık.
Şirkete girdiğimde çalışma odalarından birine girdim ve boş olduğunu görmemle yüzümün aydınlanması bir oldu. Kalabalıktan hoşlanmıyordum. İnsanlar bana kötü kötü bakıyormuş ve benden nefret ediyormuş gibi geliyordu.
Saçmaydı belki de ama soğuk bakışları olduğu bir gerçekti.
Birkaç saat aralıksız dans ettikten sonra ayak bileklerimin acımaya başladığını hissettim. Narin hareketlere alışan vücudum, çıkış yapmış olan grupların ağır dansları altında eziliyormuş gibiydi ama bunu, diğer herkes gibi kaldırmak zorundaydım.
Hâlâ burada neden olduğumdan emin değildim. Öylesine bir şeyi neden bu kadar zorladığımdan... Buna devam edip edemeyecek olduğumu bile bilmiyordum sadece denemeye devam etmek istiyordum. Bunun, tek kurtuluşum olduğuna inandıracak kadar kandırmıştım belki de kendimi.
“Mina, demek buradasın, vokal için Park Jin-Young seni çağırıyor.”
Hangi Park Jin-Young olduğunu o saniyede düşünememiştim ama bizimki olmadığına emindim. O beni neden vokal için çağırıyor olsundu ki? Çıkış zamanları yaklaşıyordu. Kendileri oldukça yoğundu şu sıralar.
Görevli unnieyi takip ederken, diğer kızların nerede olduğunu merak ediyordum ama büyük ihtimalle bugün kızların tatil günü olduğundan kimse yoktu. Kayıt stüdyosuna girdiğimde ise biraz yanılmış olduğumu fark ettim. jihyo buradaydı.
“Merhaba,” diyerek hafifçe eğildim PD’nim in önünde. “Merhaba, Mina. Bugün Jihyo ile birlikte vokal çalışmanı istiyorum.” Kafamı sallayarak onu onayladığımda Jihyo bana gülümsedi ve birlikte gösterdiği bir şarkıya çalışmaya başladık.
“Sesini çok kısık kullanıyorsun, bağırmaktan korkmamalısın. İnsanlar sesini duymak için orada olacak.”
Keşke, gerçek hayatta da sesimi, söylediklerimi duymak isteselerdi.
Gece 12’ye doğru şirketten çıkarak eve gittiğimde, Miya’nın uyuduğunu görüp ben de hemen kısa bir duş alarak yatağa attım kendimi. Yarının zor bir gün olacağından şimdiden emindim.
-
Birkaç saat sonra kalkmak zorunda kaldığımda, önceki gün hazırladığım küçük çanta ile birlikte evden çıktık. “Hayatımın içine ettiğiniz yetmiyormuş gibi, bir de uykumun içine ediyorsunuz aile olarak.” söylenerek çantamı arka koltuğa bırakığımda, yolcu koltuğuna geçerek kulaklıklarımı takmıştım.
O ise kendi kendine söyleniyordu. “Hâlâ 15 yaşındaki ergenler gibi davranmana inanamıyorum.”
Gözlerimi devirerek kafamı cama yasladım ve yolu izlemeye başladım. Bambam sürekli aklımı kurcalarken gözlerimi kapatmak bile işkence gibi geliyordu. Sürekli beni öpüp durması benim açımdan hiç de iyi değildi. Kendimi daha da suçlu ve karmaşık hissettiriyordu yalnızca. Aklımı bulandırıyor ve hiçbir şey olmamış gibi uzaklaşıyordu.
Yaklaşmasına izin versem ne tepki vereceğini merak ediyordum.
Belki de... Bu sefer ben bir adım atmalıydım. Bir cevap alabilmek için.
Bu yüzden gözlerimi kapadım ve o yarım saatlik araba yolculuğunda rahat bir uyku çekmeyi amaçladım.
Çünkü duyduğuma göre, nişanda Bambam’de olacaktı.