Sonraki günler Azrail ile beraber aynı evdeydim.
Onu hissediyordum, Kyungsoo'nun bir zamanlar her gün oturduğu koltukta oturuyor, kahvesini yudumluyordu. Ve en önemlisi, beni izliyordu.
Neden bilmiyorum, ama birinin beni izlediğini düşünüyordum. Azrail'in beni izlediğini hissediyordum.
Ama hala ağlayamıyordum. Neden bilmiyorum... Ağlamayı beceremiyordum. Elimde olsa vücudumdaki bütün suyu bitirene kadar ağlar, haykırır, çığlıklar atardım. Hep ağlamanın verdiği hazza ulaşmak istemişimdir. En azından içimde tuttuğum milyonlarca şeyden bir tanesini dışıma dökmeyi isterdim.
Ağlamak istiyordum.
Ağlamak. Hıçkırarak, haykırarak, yüksek sesle ağlamak.
Ağlamak.
Sonra bir gün yine Ladybug'ın mezarının yanında oturmuş susarak mezarın üzerindeki mama kutusunu izlerken, aklıma annemin sözleri geldi.
"Bir gün yazar olmalı ve içindeki her şeyi birkaç sayfaya döküp okumasını istediğin kişiyle birlikte bütün dünyaya okutmalısın. İşte o zaman, içindeki her şeyi susturmuş, rahatlamış olursun."
Tam olarak buna ihtiyacım vardı işte. Ben her zaman susardım, konuşmak bana göre değildi. Susardım ve öyle yaşardım. İnsanlar konuşurdu, ben dinlerdim. Ama asla anlatmazdım. İçimde neler yaşadığımı, kafamdaki seslerin sürekli bana "as kendini kurtul" dediklerini, hayatımı hiçbir amaç gütmeden yaşadığımı, yaşamayı hak etmediğimi kimseye anlatmazdım.
Ve bu sefer, ölmeden önce yazarlıkla uğraşan babamın büyük bir yayınevinde çalışan arkadaşını telefonla aradım. Ona kitap yazmak istediğimi söyledim. Ona minnettarım ki, bana bu hakkı verdi.
Sonra yazmaya başladım:
"Seni ilk gördüğümde bir kedi seviyordun. Okul çıkışıydı ve arkadaşlarımla beraber yürüyorduk. Bembeyaz bir kediyi, yere çökerek sevişini izledim, görüş alanımdan kaybolana dek. (...)"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
he likes cats · chansoo
Short Storydo kyungsoo, kedi sevmek için her gün bir yabancının evine gidiyordu. -tamamlandı.