2 - YABANCI (Bölüm 1)

202 45 19
                                    

Daha birkaç saatte 20 kişi olduğu için mutlu oldum açıkçası. Çok teşekkür ederim hepinize. Keyifli okumalar... :)

•●○•●○•●○•

"Ben gidiyorum yavrularım. Ertan Amcanıza yardıma gidiyorum portakal toplayacağız biraz."

Dedemin sesiyle gözlerimi araladım.

"Of bir sabahta sessiz sedasız git ya dede."

Ablam uyandırıldığında çok sinirli oluyordu. Ona kızamıyorum. Sonuçta isteyerek bağırmıyordu.

Hemen yataktan fırlayıp kapıya koştum. Kim bilir dedeciğim ne kadar çok üzülmüştür.

"Tamam dedeciğim, birazdan bende yardıma gelirim."

"Gerek yok yavrum biz yaparız. Oruçlusun sen. Zaten bir lokmacıksın. Dayanamzsın, yüreğim razı gelivermiyor."

Alnıma öpücük koyup gittiğinde bende içeri girdim. Ablam hala yataktan çıkmamıştı. Gittim ve yanağına bir öpücük kondurdum.

"Ne yapıyorsun be sen? Kaç kere diyeceğim beni öpme, öpmeyin diye. Iyhhh iğrenç."

"İçimden geldi abla. Seni sevmek istedim."

"Sulu sulu sevme o zaman. Hem bu saatte neden uykumu bölüyorsunuz siz ya? Oruç tutuyoruz değil mi burada?"

"Özür dilerim abla. Ama dedeme çok bağırdın. O da oruç tutuyor. Hemde yaşlı o."

"Yaşlıysa tutmasın. Camideki hoca yaşlı, hasta ve çocuklara farz değil demişti küçükken."

Cevap vermeden yatağımı kaldırmaya gittim. Küçük bahçemizi süpürmeye çıktığımda. Etrafa toz kalkmasın diye güğümden su döktüm. Süpürgeye dogru uzandım.

"Hey! Küçük!"

Bana mı seslenmişlerdi? Dönüp baktığımda hayatımda hiç görmediğim kadar güzel ve parlak arabanın önündeki kadının üzerinde televizyondaki kadınlar gibi uzun kırmızı bir elbise vardı. Ayağındaki topuklu ayakkabılarla nasıl ayakta duruyordu acaba?

"Hişt! Çocuk, sağır mısın, dilsiz mi?"

"Buyrun efendim? Yolunuzu mu kaybettiniz?"

"Sonunda duyabildin. Sagır değilmişsin. Ne mutlu!"

"Afedersiniz, buyrun. "

"Halimoğlu konağı nerede?"

"Konak mı? Bilmiyorum efendim. "

"Ne? Nasıl bilmezsin bu izbe köydeki en gösterişli Cevdet Halimoğlu'nun konağını? Cahil olduğunuzu biliyordum da bu kadarına da pes doğrusu. "

"Şeyyy... Afedersiniz efendim, hatırladım. "

Dedemle Ertan Amca konuşurken duymuştum köyün çıkışında Cevdet Halimoğlu diye biri büyük bir ev yaptırmış. Eve bakılırsa çok zengin olduğu belliydi. Zaten köyümüzdeki kocaman camii ile yolları da o adam yaptırmıştı. Çok iyi biri olduğu belliydi.

"Saf mısın çocuk? Bütün deliler de bizi bulur!"

"Afedersiniz, efendim."

"Afedersiniz afedersiniz. Zaten başka birşey bilemezsiniz ki siz köylüler. "

"Biliyorum efendim. Bu yolu devam ediverin sonra sağa yol ayrılıverecek. Oradan doğru sağa gidiverin. Köy meydanına çıkıvereceksiniz. Yol beşe ayrılıverecek. Caminin sağındaki yoldan girivere..."

"Ay dur dur, bu ne böyle çıkıverecek ayrılıverecek giriverecek. Doğru düzgün yol bile tarif edemiyorsunuz. Mahalle sokak ismi falan bilmez misiniz siz?"

"Köyde sokak ismi olmaz ki efendim."

"Sus! Çok bilmiş terbiyesiz. Sen bizi götüreceksin oraya.

"Ta-tamam efendim. Ablama haber verip geliyorum hemen. "

Ben terbiyesiz değildim ki. Yani Ertan abi ve Seda öğretmenimiz çok terbiyeli olduğumu söylerler. Galiba beni yanlış anladılar. En kısa zamanda özür dilemeliyim. Belki de dedemle reçellerimden götürür özür dilemeye oturmaya gideriz. Bu fikirle keyfim yerine geldi.

"Abla ben dışarı çıkıyorum yol sotan birine yol..."

"Tamam tamam nereye gideceksen git."

Terliklerimi giyerken bir ses; "Çabuk olsana bizi bekletmeye utanmıyor musun?" Utanılacak bir şey mi yapmıştım ki. Daha fazla kızdırmamak için koşarak arabaya doğru yöneldim. Bir el kolumdan sertçe tutup "Hiştt, dur bakalım. Araba dolu. Sen yürü biz takip ederiz."

Utançtan yüzüm kıpkırmızı olmuştu. Nasıl o arabaya binmeyi düşünmüştüm ki? O kadar güzel bir arabayı hayatımda bile ilk kez görmüşken o arabaya binebilmek...

"Afedersiniz efendim özür..."

"Yeter yeter. Zaten yeteri kadar geç kaldık."

Yürümeye başladığımda arabaya binip kapıyı sertçe kapattı ismini bilmediğim güzel abla. Köy meydanından dogru çıkarken "Çabuk olsana! Bu pis kokuya daha fazla dayanamayacağım. Sonra küçük izbe köyünüzün yollarına kusarım, kirlenir. Gerçi bu köy daha kirli ya." Dedi bakımlı abla. Koşmaya başladım.

"Pis koku." Bu günlerde fazlaca duyduğum bu söze çok şaşırıyordum. Bizim köyümüz pis kokmuyordu ki. Acaba benim burnum mu koku almıyordu. Ama Şükran Teyzenin yıkanmış çamaşırlarının ve yaptığı ekmeklerinin mis gibi kokusunu alabiliyordum. "Bizim köyümüz pis kokmuyor ki..." diye mırıldandım koşarken.

Bana Bir İyilik YapHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin