6.BÖLÜM - FRANKEŞTAYN'IN GELİNİ

14.1K 828 88
                                    

     Pazar sabahı pencereden baktığımda oldukça kasvetli bir havayla karşılaştım. Forks kasabasının üstüne kara bir bulut çökmüş olmasına rağmen hiç rüzgâr yok gibiydi. Rüzgâr, ağacın dallarındaki birkaç yaprağı savurmak yerine, sakince okşuyordu adeta.

Bacaklarıma dolanmış olan örtüyü beceriksizce savurduktan sonra doğrulabildim. Alt kattan, daha doğrusu mutfaktan annemin melodik sesi duyuluyordu. Pazar kahvaltısı.

Yüksek yatağımdan indim ve komedinin üstündeki gözlüğümü taktım. Bu garip bir histi. Seth Clearwater tarafından hediye edilen bir eşyaya dokunmak. Bu bir kıyafet olsaydı, giydikçe onu hatırlardım ... Ya da hoş bir çerçeve, bir biblo olsaydı her bakışımda o gelirdi gözümün önüne... Ancak, bir gün bakmayı unuturdum ve biterdi. Gözlük ise işleri çok zorlaştırıyordu. Her zaman yanımda taşımak zorunda olduğum bir şeydi bu. Her gördüğümde, her dokunduğumda (bu da neredeyse her dakika anlamına geliyordu) Seth Clearwater ile karşılaşmak gibi bir şeydi. Aynı duyguları hissettiriyordu. Aynı rahatsızlığı veriyordu. Rahatsızlık verdiğinden emin bile değildim. Sadece, çok yabancı bir duyguydu. Kontrol edemiyordum, istemiyordum.

Ve "Kurt" kelimesi bir şekilde Seth Clearwater ile bütünleşmişti. Nasıl olduğunu bende anlamamıştım ancak tam bir aptal gibi peşinden gittiğim Kurt'u düşünürken, 'Seth Clearwater' isminin beynimde dalgalandığını fark ettim. Bu kendime daha çok acımama sebep oldu. Hele ki o beni birkaç gündür görmezden geliyorken. Kamyonetini benim arabamın, aslında babamın, yanına park etmiyordu. Önümü kesmiyordu, benimle konuşmuyordu. Yani o garip olan tüm eylemleri son bulmuştu. Bunun benimle ilgisi olduğunu biliyordum. Bana karşı tavır alması en normal şeydi. Ona teşekkür bile etmeyen Bree Tanner ile konuşmayacaktı, gülümsemeyecekti, selam vermeyecekti. Bunların hepsini tahmin etmeme rağmen tamamen çuvallamıştım. Kendimi kötü hissediyordum. Vicdanım tıpkı bir kanser hücresi gibi beynimi ele geçirmişti. Yaptığım her hareket, çevremdeki tüm uyarıcılar Seth Clearwater'a çıkıyordu.

Annem 'Hey Jude' şarkısının nakaratında sesini yükselttiğinde bunu düşüncelerimden kurtulmak için bir şans olarak algıladım. Suçlu hissetmiyorsun, diye tekrarladım ve mutfağa indim.

"Büyük annenin geceliği sana çok yakışmış, tatlım." dedi, kulaklıklarını çıkarttıktan sonra.

Ayak bileğimde biten, fildişi rengindeki eski usul geceliği inceledikten sonra başımı kaldırdım ve gülümsedim.

"Benimde hoşuma gitti. Teşekkür ederim." dedim, nazikçe.

Elindeki jambonu masaya koydu ve oturmamı işaret etti. Sandalyelerden birini çektim ve oturdum. Fincanlara kahve doldurduktan sonra o da oturdu.

"Erken kalkmışsın?" dedim, kaşlarımı kaldırarak.

"Sera da ufak bir işim var."

"Hmm... Ne işi?" diye sordum ilgiyle.

"Yeni teslimatlar yapılmış. Sue'nin yardıma ihtiyacı olduğunu düşündüm. Orası çok karışmıştır muhtemelen."

"Yardım edecek başkası yok mu?" Bu soruyu sorarken elimde olmadan gözlerimi kaçırdım. Asıl sormak istediğim Seth Clearwater'dı.

"Bu saatte kimse yoktur."

Başımı salladım ve tabağımdaki jambonu dilimlemeye çalıştım. Annem yemeğini yedikten sonra masadan kalktı ve hemen yanındaki sandalyeye asmış olduğu hardal rengi yağmurluğunu sırtına geçirdi. Evden çıkmadan önce onu durdurdum.

"Bende geleceğim. Birkaç dakika bekler misin lütfen?" dedim, rica ederek. Yapacak ödevim kalmamıştı ve bu yağmurda televizyonun çekmeyeceğinden de emindim. Bu yüzden evde kalmak gözüme kâbus gibi gözükmüştü.

KURTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin