en güzeli?

112 18 0
                                    

"Kimsiniz?"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"Kimsiniz?"

Sesim kaybetmişim gibi çıkmıştı.

"P-Papatya?"

Omuzlarım dikeldiğinde kaşlarımın çatıldığını hissettim ve telefonu daha sıkı tuttuğumda, "Ayan?" dedim o olup olmadığını anlamak için. "Sen misin?"

"B-Ben... Sanırım biraz kötüyüm."

Kafenin görünen gövdesine arkamı döndüğüm gibi tekrar caddeye yönelmeye başladım.

"Neredesin sen? Bana nerede olduğunu söyle."

"Daha önceki yer..."

"Aptal mısın sen?" Caddede öfkeyle bağırdığımda geçip giden birkaç surat bana doğru döndü fakat ben karşıya geçip küçük dükkanların arasından alt sokağa giden araya girdim. "Hani bir daha yapmayacaktın? Söz vermiştin!"

"Ü-Üzgünüm. Ben..." Öksürme sesi geldi. Sürekli burnunu çekip duruyor, lafları ağzında döndürüp duruyordu.

"Bana yine yalandan mazeretlerle gelme, Ayan. Bu kez sana inanmayacağım."

"Papa-"

"Sus," dedim ters ters. Ağzına adımı almasını istemiyordum. "Kapat. İki dakikaya oradayım. Eğer bir şeyler daha çekersen senin hoşafını çıkarırım, aptal adam."

Telefonu öfkeyle kapatıp cebime soktum. Koşma modunda yürürken kaşınan ellerimi açıp kapıyor, kendimi yatıştırıyordum. Bu gidişle onun mavi saçlarını tek tek yolacaktım. Daha iki hafta önce onu ölümün eşiğinden aldığımı unutuyordu. Söz vermişti bana. Tutulmayan sözlerden nefret ederdim.

Salıncakları kopmuş o parkın yanından geçmeden kısa süre önce Ali abiyi aramış ve ona Erel'in hasta olduğuyla ilgili bir şeyler uydurmuştum.

Kapısı aralık, tek katlı eve ulaştığımda nefes nefese fakat temkinle ittirdim kapıyı. Sokak lambasının sızdırdığı turuncu ışıkla birlikte küçük ve boş salon aydınlandı. Birkaç adımda içeri girip soldan ilk kapıyı açtım.

Araladığım kapıdan, "Ayan?" diye fısıldadım fakat ses veren kimse yoktu. Telefonumun flaşını açıp kapıyı açtım ve karanlık odaya ışık tuttum.

İkisi yere yığılmış, üçü beyaz tozların iz yaptığı sehpanın üzerine yığılmış beş adamdan turuncu sweatshirt giyen, saçları mavi renkli çocuğu hemen tanımıştım.

Yanına çöküp elinin altındaki beyaz, eski ve muhtemelen onun olmayan telefonu ileri doğru ittirdim ve flaşı onun suratına tuttum. Homurdanarak kafasını koluna gömdüğünde onu öfkeyle dürttüm.

"Ayan! Kalk hadi!"

Adımı söyledi. Ama uyuyor gibiydi ve onu ne kadar sarsarsam sarsayım kalkmıyordu.

Geçen sefer bu kadar çekmemiş gibiydi. En azından kalkıp benimle sarsak sarsak da olsa caddeye kadar yürümüştü ve orda da bir taksiye binip eve gitmiştik. Şimdi, buraya defalarca  taksi çağırmayı deneyen biri olarak taksilerin böyle izbe yerlere gelmediğini iyi bilirdim.

Ayağa kalkıp parmaklarımla saç diplerimi yoğururken telefonu çıkarıp rehbere baktım.

Erel. Asla olmaz.

Ali abi. Kat'iyen olmaz.

Ayan'ın babası zaten bu şehirde değil.

Aile desen kalmış mı diye bir sor.

Sağa sola yürüyerek ve diğer dördünün yaşayıp yaşamadığını kontrol ederek on on beş dakika boyunca odanın içinde dönüp durduğumda aklıma düşen şeyle birlikte elim kot pantolonumun cebine gitti ve kanlı, arkasında numara yazan kağıdı tereddütle çıkardım.

Diğer elim telefona gitti ve beni, telefona yazdığım numarayı aramaya iten şey ondan başka kimseden yardım istemeyecek olmam oldu.

Ve ben de onu aradım.
Sesimi yine kısılmış gibi hissederken, yutkunurken.

Ölü Papatyalar BahçesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin