Sessizliğin içinde kaybolurcasına saatlerce tek kelime etmeden birbirimizin gözlerinin içine bakıyorduk. Gerçekten sözcükler tükenir miydi? Ya da sessizlik konuşur muydu? Aklımda söylemek istediğim onlarca şey varken bu halim de neydi böyle? Belki de yanlış yerde, yanlış zamandaydım ve yanlışlığın tam ortasında sıkışmış sessizce yok oluyorduk.
Sessizlik tek başına gelmemişti elbette. İliklerime kadar hissettiğim soğuk bir hava dalgasını da alıp aramızdan esip geçiyordu. Konuşmaya kalksam sanki kelimelerim o soğuk hava dalgasına karışıp her an uçup gidecekmiş gibiydi. Belki de bu yüzdendi saatlerce konuşmaya cüret edemeyip sessizliğe gömülü kalışımızın nedeni. Sözcüklerin, sessizliğin, zamanın bile somutlaştığı fakat bizim soyutlandığımız bir andı...
Önümdeki soğumuş çaya bakıp soğuk havaya inat ellerimi ısıtmaya çalışıyordum. O an küçücük bir çay bardağından ısınmak için medet umuyordum. İnanılır gibi değildi, ben çok mu acınacak bir haldeyim? Zira üşüyen sadece parmaklarım bile değildi. Yavaş yavaş tüm bedenim en küçük zerreme kadar donmak üzereydi. Yalvarmamak için zor tutuyordum kendimi. "Lütfen bir şey söyle artık, bir şey söyle de ısınsın şu buz kalıbına dönen vücudum. Her zaman yaptığın gibi ellerimi avuçlarının arasına al ve o güzel nefesinde üfle parmaklarıma. Öp teker teker parmak uçlarımdan. İçine çekercesine kokla ama ne olursun bakma öyle yabancıya bakar gibi. Soğuk, somsoğuk..." Yüreğimde kıyanet koparan bütün sözcükleri derin bir nefes alıp yutkundum. Kıyamet... Evet eğer bu bir yol ayrımı ise içinde bulunduğum bu durum da tam anlamıyla kıyametti. Benim kıyametimdi...
Beni bırakacak mıydı yani. Bensiz mi yaşayacaktı hayatının devamında. Ya benim yerime başka birini koyarsa! Peki yaşadığımız onca şey? Anılarımız boşa harcanmış zaman olarak mı kalacaktı ikimiz için de. Hayata harcadığımız, hibe edilmiş zaman dilimi olacaklar... Sessizce çıldırmak üzereydim. Sessizliğin içinde düşüncelerimin arasında çığlık çığlığa kalmıştım fakat beni benden başka duyan yoktu. Havanın bu kadar soğumuş olması bile imkansızdı. Daha Ekim ayıydı. Sonbahar bugün oldukça acımasız davranıyordu. Neden her şey bugün bu kadar saçmaydı! Saçma. Evet evet aradığım ve içinde bulunduğum anı en güzel açıklayan kelimeydi 'saçma'. Neden her şey bana bu kadar mantıksız geliyordu. Neler oluyordu burada bir türlü anlam veremiyordum. Sorunu neydi bugün dünyanın. Sanki bir bardak çayın soğuma hızına bile yetişemiyordum. Sahi hangi ara soğumuştu bu çay?"Şey..." gözlerimi neden bu kadar hızlı soğuduğuna bir türlü anlam veremediğim çay bardağından kaldırıp onun tek kelimesine tutundum. Belki de kendi kendime bu kadar kurup duruyordum. Tek kelimesiyle bile beni içinde soyutlanmaya başladığım hayattan çekip çıkardı, gerçek hayatın kollarına atıverdi. O benim tek gerçeğim. Gerçek onun ta kendisiydi.
"E-evet?" Bu ses benim miydi. Onun muhteşem sesinin karşısında benim soğuk, çirkin, ağlamaklı şekilde çıkan ses tonum. Daha iki dakika önce kendime 'Acınası bir halde miyim?' diye sormuştum. Hayır. Ben acınası bir halden daha da kötü bir haldeydim. Acınası az kalırdı, ben zavallı bir haldeydim.
"Şey... Biliyorsun bazı şeyler farklılaşıyor hayatımızda. Sen, ben. Yani aslında sen hep aynısın. Hep tanıdığım kadın. Yani... Nasıl diyeceğimi bilmiyorum ama ben farklıyım." Kelimelerin arkasından resmen kovalıyordum fakat yetişemiyordum hiçbirine. Bunlar da ne demekti böyle?
"Anlamadığını biliyorum. Daha açık olmam gerekirse bak Mihran, sen ve ben çok güzeldik. Yani biz..."
"Yani artık değil miyiz?"
"Şey... Ben artık farklı hissediyorum. Biz seninle uzun zamandır birlikteyiz. Bu birliktelik süresince çok güzel anılar biriktirdik. Bazen güldük, bazen ise kızdık, kavga ettik ve küstük..."
"Bunlar her ilişkide olabilecek şeyler değil miydi ki?"
"Evet, tabi..." Nefes alıp verdi. O an nefesi yüzümü yaz yeli gibi öpüp geçti. Soğuyan bedenimi hafifte olsa ısıtmıştı sanki.
"Bu yola çıktığımızda ayrılmayacağız diye söz vermiştik. Biliyorum. Fakat ben sana verdiğim bu sözümü tutamayacağım. Üzgünüm... Gerçekten çok üzgünüm. İyi ol, kendine iyi bak." Deyip sandalyeden kalkışını, bana son kez bakışını, içeri gidip kasada para ödemesini ve arkasına bakmadan bana küçücük bir yaz yeli bırakıp gidişini izledim. Hayatımın ilk yol ayrımıydı. Kıyametimdi ve saçmaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YOL AYRIMI
General Fiction"Her son yeni bir başlangıçtır." Peki ya her yeni başlangıç, son bulanı mumla aratırsa? Yirmi üç yaşında hayata daha yeni yeni atılan Mihran karşısına çıkan ilk tümseği 'Kıyametim!' olarak tanımlasa da, hayatında gerçek kıyametin daha kopmadığından...