Yorum yapsanız olmaz mı be kuzular?
Çok değil azıcık bir şey?________
Bazı acılarım geçmek bilmezdi. Baldıran kadar yakıcı, bir annenin yavrusuna olan şefkati kadar sürekliydi. Belki de kendim ediyorum bunu. Önemsiz. Ah o yabancı.. Nede üzülmüştüm hâline. Neden? Hiçlik. O içimin burukluğu hâlâ yakıyor benliğimi. Yanımda uykuya daldı şimdi. Garip diyorum, ne tuhaf bu hayat!Çaktırmadan ona bakıyorum. Çehresi kararmış, alnında ter tomurcukları. Ah, rüya mı görüyor. Hayır kâbus olmalı. Arabayı yavaşça durduruyorum. Kar yağıyor yine. Kemerimi çıkarıp o'na dönüyorum. Dudakları titreşiyor. Kemerini açıyorum. Engel olmasın ona diye. "Baba, baba lütfen- Hayır lü- lütfen baba, acıtıyor, sevmiyorum onu." Ne diyor o? "Baba lütfen-" nefesleri sıklaştı, bu kötü bir şey onu uyandırmalıyım. "Hayır-, bu- bu olamaz." Saçlarını geriye atıyorum. Ne de terlemiş. " Hey, genç adam uyan! Hadi ama yalnızca rüya. Uyan bak, bir şey yok. Uyan." Ağlıyor ama iç çekmeleri geri geldi. Sağ yanağını okşuyorum, uyanması için. Birden gözlerini açıyor. Kıpkırmızı kesilmiş yine. Yüzüme bakıyor şaşkın bir ifade ile. "Tamam, geçti yalnızca bir kâbustu. Tamam mı?" Kafasını sallıyor. Birkaç saniye gördüklerini hazmetmeye çalışıyor sanırım. "Ba-babam," diyor. O ne yapmış? "Onu gördüm, babam canımı yakıyordu." Ne dedi o, bu güzel çehreli genç adam ne yapmış olabilir. Ben ağlamasına bile dayanamazken, o? "Tamam, şimdi burada değil tamam mı, benimlesin sakin ol." Kollarıma çekiyorum onu. Ağlıyor yine. "Jimin," diyor "Jimin, Jimin.." ağlayarak uykuya dalana kadar adımı tekrarlıyor. Bende bırakmıyorum onu saçlarını okşuyorum sabaha kadar, gözlerim uykusuzluktan yanana kadar tutuyorum onu.
~~
Yaşanan olaydan sonra nasıl uyandım da yola koyulduk tam bir bilinmezlik. Uyandığımda yanımdaki küçük adam - aslında benden büyük ama küçük bir oğlan çocuğu gibi- hâlâ uyuyordu. Yavaşça ondan sıyrıldım ve yola koyuldum. Kar yağıyor. Yine üşümüşüm. Buraya gelme amacım, tüy gibi uçup gitmiş bulanık zihnimden. Hâlâ bir burukluk, bir acı sızım sızım yakıyor beni. Neden böyle bir işe kalkıştığımı anlamıyorum. Taşlı yollardan geçerken bir hareketlilik oluyor yanımda. Uyandı. Diyeceklerini bekliyorum. Belki de hiç konuşmaz? Hain gözlerime aldanıp ona çeviriyorum bakışlarımı. Olanca merakı ile yüzüme bakıyor. Yüzünde ağlamışlığının belli hatıraları gözyaşları çizgi gibi kurumuş yanaklarında. Göz göze geliyoruz. Başını çeviriyor. Ah, utandı. Rahatsız etmemek üzere önüme dönüyorum. Kıpırdanıyor. "Ben," diyor sanırım konuşacak. "Sizden özür dilerim bayım." ah, diyorum sadece bir yer bulana kadar yardım edeceğim ona. "Yük oldum size. Az önceki olay için de özür diliyorum." diyor. " Bu kadar özre gerek yok. Hem zaten bir şeyler hatırlayana kadar kalacaksın, fazlası yok." yüzüne bakıyorum dedikten sonra. İfadesiz. "Tamam," diyor "Sadece az bir süre kalacağım, fazlası yok." üstüne bir şey demiyorum. Eve geldik. Arabayı yavaşça park ediyorum arka bahçeye. Ah, ne'de severdim burada çiçeklerimi yetiştirmeyi. Solmuşlar. Tıpkı, tıpkı hayallerim ve hayatım gibi. Arabadan çıkmasını bekliyorum. Bir yabancının tepkisini veriyor. Biraz ürkek ve temkinli. Verandaya çıkıyoruz. Kapıyı açıyorum ve içeri girmesini bekliyorum. Yavaşça giriyor. Salonun fazla dağınık olmamasına şükrediyorum. Elimle koltuğu gösterip oturmasını istiyorum. Minik ürkek adımlar ve oturuyor. Ne diyeyim ona şimdi? Ne sorayım? Bilmiyor hiçbir şey. Susuyoruz belli bir müddet. Bakışlarımı yüzüne taşıyorum. Bir tedirginlik bir acı dolaşıyor çehresinde. Dinlenmesini uygun buluyorum sabaha kadar. Önce evi, sonra kalacağı yeri göstermek üzere kalkıyorum. "Gel," diyorum "kalacağın yeri göstereyim. İstersen dinlenirsin biraz, geç de oldu haliyle." Yavaşça ayağa kalkıyor. " Size zahmet vermek istemezdim, en kısa sürede gideceğim." diyor. Neden birkaç günü bu kadar büyüttüğünü anlamıyorum. Bıkkın bir nefes verip salondan çıkıyorum. Üst kattaki boş odayı uygun buluyorum. Kapıyı açıyorum, geçmesine müsaade ediyorum. Geçiyor. "Burada kalabilirsin, banyo sağ tarafta ve lavabo ileriden solda. Mutfak alt katta ve bende yandaki odada olacağım. Giyebileceğin giysiler getiririm şimdi. Tamam mı?" "Tamam." diyor yalnızca. Suskun. Yüzü düşmüş ve halsiz. Hak veriyorum. Şimdiye çoktan ölmüştü. O çehresi şimdiye morarmış, suyun derinliklerine gömülmüş olurdu. Sustum. İrdelemedim. Aynı kasvet bana da çökmüştü. Odadan çıkıyorum. Kendi odama girip bir şeyler alıyorum. Hoş, yanında minicik kalıyorum ama.. Birkaç dakika sonra odaya dönüyorum. Yatakta sırtüstü bir vaziyette buluyorum onu. Uyumuş mu? Ne çabuk!? Bakıyorum yüzüne. Yapacaklarımı bile unutturmuş bu genç adama bakıyorum. İsimsiz genç adam. Kolunu dürtüyorum. Rahatsız duruyor. Üstünü değişirse daha iyi hisseder. "Hadi ama üstünü değiş." Kalkmıyor. Ne dedimse uyanmadı. Kollarını arkasına doğru atıyorum. Değiştireceğim. Boğazlısını boynundan çekip çıkarıyorum. Üşümüş olacak ki, ürperiyor. Göğsüne bakıyorum. Ağzım hayretle açılıyor. Yer yer çürümüş, morarmış, kızarık izler süslüyor tenini. Aklıma kötü şeyler dökülüyor birden. Ne yaşamış ki bu küçük adam. Yüreğimi bir hüzün kaplıyor. En çok da umursamamam gerekirken, çok üzülüyorum nedenini bilmeden. Elimdeki hoodieyi boynundan geçiriyorum. Belini kaldırıyorum. Sırtı beline kadar yaralarla dolu. Ah, diyorum. Belli. Zarar vermişler. Rüyasında da bunları görmüş olmalı. Bilmiyorum. Anlamıyorum. Bir insan kendi evladına neden böyle yapar. Belki de babası değil. Ne de olsa adını dahi hatırlamayan bu yabancıyı, koruyorum. Giydirdikten sonra yanına oturuyorum. Çehresini seyre dalıyorum. O kadar dikkatle incelemişim ki, dudağının altındaki beni dahi görüyorum. Lakin düşünüyorum. Ne çabuk unuttuğumu, daha bir gün önceki hallerimi. Birkaç gün sonra gidecek olan bu yabancıyı.. Bu farkındalığa varıp yavaşça kalkıyorum yanı başından. Gitmemek üzere yeminlenmiş acı bir tat konaklıyor boğazımda. Unuttuğum ellerim kan ağlamış, acıyor. Sargıyı değiştirme gereği duyuyorum. Dışarı çıkıyorum. Banyodan sargıları alıp, aşağıya inmem fazla sürmüyor. Sol elimle yavaşça çıkarıyorum bezleri. Parmak boğumlarıma kadar kanamış. Umursamıyorum. Düşünüyorum. Yüreğim bundan zilyon kat daha fazla kan akıttı çünkü. Sızım sızım koyverdi kendini defalarca. Eski sargıyı elima alıp banyoya gidiyorum. Yumruğumu tam sıkamıyorum ama.. Aynaya bakıyorum. Hâlâ bir ifadesizlik, bir sarartı çehreme kurulu. Üzülüyor muyum? Evet. Dayanabilir miyim? Evet. Ama düşünüyorum, unutup yoluma devam edebilir miyim..? Dedim ya. Acılarım sürekli diye. Yaşardım bunu. Evvelden beri. Hayatım ta en başında çıkmıştı raylarından. Banyodan çıkıyorum. Sessiz olan ortamı bir bildirim sesi bölüyor. Hoseok hyung'dan gelmiş mesaj. Her zaman gittiğimiz yere çağırıyor beni. O puslu zihnimde bir şeyler kıpraşıyor yine. Demek kolay ama, öyle bir özlem ki bu.. Anlatamıyorum. Yakıyor içimi. Mahvediyor. Yumrular boğazıma tıkanıyor. Yutamıyorum. Gözlerim sulanıyor.. Buna rağmen hayatta mı kalmaya çalışıyorum ben. Bilinmez. Yüzümü yıkıyorum. Montumu anahtarlarımı alıp, kapıyı kilitleyip çıkıyorum evden. Saat gece onbir suları. Kış olmasına rağmen herkes sokaklarda. Seviyorum, ışıklarla dolu suskunluğunu gecenin. Çağırdığı yere geliyorum. Sıcak karşılıyor beni. Özlemiş besbelli. Okulu anlatıyor. Neler yaptığını.. Sonra yeni tanıştığı kız arkadaşını. Soojin' miş adı. Güzel siyah saçları varmış. Okulda tanışmışlar onunla. Anladım. Gerçekten sevdiğini, onu anlatırken gözlerindeki parıltılardan anladım. Sadece ümit etmek düştü bana da kaderi benimkinden uzakta yazılsın diye. Epeyce konuştu benimle. Saat de ilerlemişti. Neler yaptığımı anlatıyorum ona. Emanetimi bırakıp bırakmadığını soruyor bana. Emanet? Kayalıklar? Güzel gözlü ağlayan çocuk? Kapı kilidi? Her şey, her şey bir film şeridi gibi geçiyor. Oradan nasıl kalkıp gidiyorum meçhul. Arkamdan bağırıyor hyung'um yalnızca. Bunu ona nasıl yaparım? Bu kadar yara almış bir çocuğu nasıl bırakırım evde tek başına, kapı kilitli iken. Affetmem kendimi. Affedemem. Onu yaşamaya bıraktığım izbe bir hayatta bu denli çaresiz kılamam. Ellerim titriyor. Gözyaşlarım yolunu bulmuş, ıslatıyor yanaklarımı. 'Tanrım,' diyorum yalnızca 'lütfen başına bir şey gelmiş olmasın.' Eve varıyorum. Kapıyı bile kapatmadan hızla eve koşuyorum. Yanan bir lamba görünmüyor. Yüreğim sanki yerini delmek istercesine atıyor. Anahtar elimden defalarca düşüyor, yerini bulmadan. Açtım kapıyı. İçeri giriyorum. Ufak bir ses eşlik ediyor odaya. Hızla düğmeye basıyorum. Ortalık dağılmış. Zigondaki vazo yere düşmüş. Gözüm koltuğun arkasındaki büzülmüş bedeni buluyor. Yanıyor yine yüreğim. Ben ne yaptım. Ağlıyor yine. Ciğeri çıkarmışçasına ağlıyor. Omuzları titriyor ta. Ses de çıkarmıyor. Dişlerini dudaklarına geçirmiş, ağlıyor yine. Yanına çöküyorum. Bir yerine bir şey olmuş mu diye. Gözleri yine kanlanmış. Kollarını tutuyorum, bana baksın diye. Yüzüme bakıyor. O nasıl ifade. Ne de korkmuş benden. Ağlamam şiddetleniyor onu gördükçe. " Iyi misin?" sadece bunları fısıldayabiliyorum yüzüne doğru. "Lütfen, cevap ver." "Özür dilerim," diyor sesi.. bir günah işlemiş gibi çıkıyor. "Ö-özür dilerim Ji-Jimin, gerçekten yan-lışlıkla oldu." Ne diyor o? "B-ben," sussun artık kollarıma çekiyorum onu. Sırtımı duvara dayayıp sarılıyorum ona. Hâlâ atlatamadım az önceki olayı. Ağlıyor o da boynuma doğru. Saçlarını okşuyorum, yumuşacık saçları. Kalbi sağ yanımda atıyor. Minik bir kuş misali.. Ne de korkuttum onu. Bir şey olsaydı eğer affedemezdim kendimi. Birine daha mâni olamazdım. Dayanamazdım ki. Kaldıramazdı yüreğim artık. Tamamen bir hiç olurdum. Sırtına fazla bastırmadan iyice sarılıyorum ona. Ne de güzel kokuyor. Burnum istemsizce kulaklarının altına gidiyor. Yavaş ama derin soluklar alıyorum onun gibi. Durulduk. İçli içli nefesler alıyor. Kulağıma yaklaşıyor. Bir şey diyecek. Anladım. "Bir rü-rüya gördüm." diyor dinlediğimi belirten bir mırıltı çıkarıyorum. "Karma-karışıktı. A-ama duydum," neyi duymuş o? Geçmişinden bir kesit mi gördü?" "Jeon-gguk, adı-m onu du-duydum. Jeongguk adım Jim-in." Adı. Adını hatırlıyor. Jeonggukmuş adı. İsimsiz küçük oğlanımın adı, Jeonggukmuş. Mutlu oldum. Mutlu oldum çünkü, artık ölse bile isimsiz kalmayacak o. Hem ölmesi için bir sebebi kalmadı. Hatırlayacak. Her şeyi hatırlayacak, benim küçük oğlanım. Sarılıyorum ona sıkı sıkı. Benim elim kanamış, onun sırtı acımış. Önemsemiyorum. "Jeon-gguk," diyorum ona. Kalbi yavaşlamış. Başı omzuma öylesine yerleşmiş duruyor. Uyuyana kadar adını fısıldıyorum kulaklarına. "Jeongguk." sürekli. Ben o gün kendi acımdan değil, adını yeni öğrendiğim minik bir kardelen benzeri bu küçük oğlana ağlıyorum. Dışarıda kar yağarken, yüreğimde fırtınalar kopartıyorum. Belki nedensiz belki de abartmadan. Ama unutuyorum ben o gece bir süreliğine. Ne onu intihardan kurtarmamı, ne de yaşadığım bu ızdıraplı yokuşları. Ama bir şeyi hatırlıyorum, gidecek olduğu gerçeğini.
________
Okuduğunuz için teşekkürler. Sizden sadece -bir- yorum istiyorum. Oy sizin olabilir. Ama kendi kendime konuşmadığımı hissetmek güzel olurdu. İyi geceler/sabahlar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
between the bars || jikook
Fanfictiongövdeni hatırlıyorum ansızın bu kış ormanında işte uzun, büyük, parlak siyah ve vahşi! parçalayacak kadar siyah ve onarabilecek kadar vahşi! sanki aşka hayattan daha fazla özen gösteren, çocuksu ama hep parçalanmış, hırpalandıkça palazlanmış bir z...