PİŞMANLIĞIN YÜKÜ

32 4 0
                                    

  Belki de yaşadığım ayrılığa verdiğim bu büyük tepki evimde uzun zamandır yalnız yaşamamdan kaynaklanıyor olabilirdi. Yaşlıhane'de yaklaşık 6 aydır tek başıma kalıyordum ve bu süre zarfında ona hiç özenli davranmamıştım. Kirlenmiş, tozlanmış ve içinde oldukça büyük bir çöp dağı birikmişti. Ayağa kalktıktan sonra yaptığım ilk iş odamı ve Yaşlıhane'nin geri kalan odalarını en ince ayrıntısına kadar temizlemeye çalışmak oldu. Öncelikle biriken cips, kola, dışarıdan yediğim yemeklerin kutularını vs evin dört bir köşesinden toplayıp en büyüğünden siyah bir çöp poşetinin içine hepsini tıktım. Son zamanlarda yemek yememiş olsam da, öncesinde yediğim yemeklerin artıklarını bile temizlemediğime ve bu evde aylarca bu şekilde kendime hakaret edercesine yaşadığıma inanamıyordum.
  İlk başlarda Yaşlıhane'de tek başıma yaşama fikri beni öyle heyecanlandırmış ve özgür hissettirmişti ki ilk bir iki ay anne ve babamın gitmesine içten içe şükür ettiğimi bile hatırlıyorum. Fakat sonrasında bana sürekli küçük gelen bu ev o kadar büyük ve boş gelmişti ki içini bir türlü dolduramamaya başlamıştım....
  Temizlik yaptıkça yaşadığım yıkım ve sebepleri beynimde daha da oturuyor, evle birlikte sanki zihnim de açılıyor gibiydi. Toz bezini rengi siyaha çalan suyun içinde sıkarken -ki en az üç kez bu suyu değiştirmiştim- anne babam ve kardeşimi ne kadar boş vermiş olduğumun farkına varıyordum. Hatta git gide artık kendimden utanma boyutuna geçiyordum. Kim ailesi evden gider diye mutlu olurdu ki? Bu temizlik işi bittiği gibi onları arayacak ve durumlarının nasıl olduğunu soracaktım. Artık farklı bi Mihran olma yolundaki ilk adımım ailem ile aramdaki ilişkimi kuvvetlendirmek yolunda olacaktı. Üniversiteyi kazanmak beni onlardan soyutlamıştı. Fakat gerçek neden üniversite değildi, üniversitenin bununla hiçbir alakası yoktu. Tamamen benim kendimi beğenmişliğimden kaynaklanan sorunlardı ve şimdi daha net anlıyordum. Gerçekten ben ne kadar berbat bi insan olmuştum. Meğer ben ne kadar iğrençleşmiş, beni ben yapan değerlerimi ne kadar çok kaybetmiştim! Elimdeki bez pis suyun içine düştü. Çıkardığı ses ufakta olsa beni korkutmuştu ya da beni korkutan farkına yeni yeni vardığım yeni kimliğim olmuştu. Yaşlıhane temizlendikçe benim alnımdaki kirlerim bir bir ortaya çıkıyor, yüzüme bir tokat gibi vuruyordu. Yüzümün kızarmasının nedeni hiç ummadığım anda yediğim bu büyük tokattandı...
   Suçluydum. Bir sürü hatam vardı ve ben hepsini bilerek isteyerek yapmıştım. Suçluluk ağırlığı yüreğime o kadar binmişti ki temizlik kovasının yanında öylece yere çökmek zorunda kaldım. Ailem gitmişti ve ben bundan hüzün yerine mutluluk duymuştum. O ise beni terkettiğinde günlerce dünya ile ilişkimi kesmiş her gün isyan etmiştim. Bir tarafta beni hep düşünen, seven -ki bu sevgiyi gram haketmiyordum- her zaman yanımda olan, onları hayatımdan dışlasam bile her zaman bir şekilde yakınımda olan ailem diğer tarafta ise sadece bir yıldır birlikte olduğum erkek vardı. Değerleri birbirleriyle ölçülebilir bile değilken ben nasıl bu kadar ailemi göz ardı edebilmiştim? Ve asıl yıkıcı olan ise hangi insan bunları öz annesine hastayken yapardı? Onlar bu evden annemin hastalığı yüzünden taşınmak zorunda kalmıştı, keyfi bir durum değildi ve ben bu durumu bildiğim halde içten içe mutluluk ile karşılamıştım. Halbuki annem hastaydı ve bu yüzden yuvasını terk etmek zorunda kalmıştı. Babam çok da korkulacak bi durumu olmadığından bahsetmişti fakat sonuçta annem hastaydı. Hasta olan annemdi, öz annemdi! Grip olmadığı kesindi. Bunca zaman hastalığının ne olduğunu tenezzül edip sorma bile sormamıştım bir kerecik olsun.

"Ya bu kadın hastaydı Mihran hasta! Çok sevdiği yuvasını terketmek zorunda kalacak kadar hastaydı!" Peki bu süreçte ben ne yapmıştım? Yanlarında, onlara destek olmak yerine içten içe sevinmiş üniversite okumamı bahane ederek Yaşlıhane'de tek başıma kendimce sultanlık yaşamıştım. Evde adına arkadaş demeye bin şahit lazım olan insanlarla,hatta bazılarını tanıma bile tanımıyordum, esrar partileri vermiş, içki içip eğlenmiştim. O bu evi yuva yaparken ben Yaşlıhane'de... Gözlerimden bir anda yaşlar pişmanlığımın kanıtı olarak öyle şiddetle dökülmeye başlamıştı ki artık gözümün önünü göremeyecek duruma gelmiştim. Düşünmek bile istemeyeceğim anılarım aklıma geliyor bir kurşun gibi delip geçiyordu. Deyim yerindeyse kanıma dokunuyordu yaptıklarım. Hepsi hatalarımdı. Ve hatalarım göz yaşlarıma karışıp kovanın içindeki siyah suya döküldükçe önümdeki su sanki daha da kararıyordu. Telefonum. Telefonum neredeydi?  Çöktüğüm yerden öyle hızlı kalkmıştım ki bir an başım dönmüş gözümün önü kararmıştı. Çılgına dönmüşçesine telefonu evin odalarında arıyordum. Odama girdiğimde yerde yatağımın altında durduğunu gördüm. Koşarak telefonuma sarıldım titreyen ellerimde annemi cep telefonumun rehberinde bulmaya çalışıyordum fakat lanet gözyaşlarım o kadar çoktu ki ekranı görmeyi benim için oldukça zorlaştırıyordu.

"Heh! Buldum." Hemen yeşil tuşa basıp telefonda çalan sesi dinledim.

"Üzgünüm. Yeterli bakiyeniz olmadığı için arama yapılamıyor." Telefondan gelen ses beni çılgına çevirmişti. Ağzımdan çıkan küfürler göz yaşlarımla bölünüyor bu durum kızgınlığımı daha da harlıyordu. Beynimin içi sanki bir anda milyonlarca sesle dolup taşmıştı ve ben bu seslerin hepsinden teker teker nefret ediyordum.

"Yeteeeeer!" Büyük bir hırsla elimdeki telefonu yatağın üstüne fırlattım.

"Ne yapacağım? Ne ya-yapacağım?" Ellerimle kafamın iki yanını tutmuş sanki beynimin uçup gitmesini önlemeye çalışırmış gibi bir halim vardı. Annemi aramalıyım. Babamı, annemi, kardeşimi... Onlara hemen ulaşmam gerekliydi çünkü en son ne zaman görüştüğümü bile hatırlayamıyordum. Sadece babamı arardım ve o da param bittiği dönemlerde olurdu. Onun dışında ailemin nasıl olduğu altı aydır aklıma doğru dürüst gelmemişti. Benim aklım neredeydi! Allah'ım bunca zaman benim aklım neredeydi? Arkama döndüğümde odamdaki boy aynasında tekrardan kendimle göz göze geldik. Aklımı kaçırmışçasına kahkahalarla halime gülmek içimden geliyordu. Bir anda gerçekten de attığım kahkahalar sessizliğe gömülü odamda yankılandı. Hem hıçkırarak ağlıyor hemde kahkahalarla kendi halime gülüyordum.

"Bu aynayı bir an önce buradan kaldırmam gerekli." Dedim gözümdeki yaşları kazağımın koluyla silerken. Sakinleşirken üstümdeki kıyafetlere gözüm takıldı. Bana oldukça bol gelen siyah bir kazak ve altında yine bana bir kaç beden büyük siyah bir eşofman altı. Nasıl giyindiğim neye benzediğim gram umrumda değildi fakat karışmış olan saçımı yine de masamın üstünde bulduğum tarakla saniyelik de olsa taradım.

"Dışarı çıkmalı ve hemen bi telefon bulmalıyım." Yavaş yavaş kendime gelmemin etkisiyle düşünebilme yetimi de kazanmaya başlamıştım. Toplamda iki dakika süren hazırlanmamın ardından yanıma babamın yolladığı paradan biraz alıp son bir kez odamda etrafıma baktım. Kazağımın kapüşonunu kafama geçirip kendimi Ekim ayının yağmurlu havasına hazırladım. Anahtarım? Alıp almadığımı sorguladığım sadece bir iki saniyede yağmurun altında buldum kendimi. Karanlık, soğuk, yağmurlu bir akşam vaktinde tüm günahlarımı da yanıma alarak yola çıktım. Umarım ailem iyiydi, umarım annem iyiydi ve umarım her şey için çok geç kalmamıştım...

YOL AYRIMIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin