Ben samurai savaşçısı olan bir kızım. Ailemin soyu Türklerden gelmekte. Haliyle bende Türküm. Birçok dövüş sanatı biliyorum. Babam'da samurai idi. Bana dövüşmeyi o öğretti. En son Çin imparatorluğuyla yapılan savaşta hayatını kaybetdi. Vasiyyeti üzerine de Katanası bana kaldı. Savaşa girmeme izin vermemişti. Bir bildiği varmış...
Gücümden ve beceriklerimden dolayı birçok savaşa katıldım. MS 673-te tahta geçen Temmu beni orduda gösterdiğim hünerlerden dolayı çok kez ödüllendirdi. O zamandan beri sarayda yaşamaya ve daha iyi dövüşmeye başladım. Bir gün Kral Temmu beni yanına çağırdı. Ben biraz tedirgin bir şekilde hızlı adımlarla yola koyuldum. Uzun zamandır Kralla yüz-yüze konuşmuyordum. Ordu hakkında konuşacağımızı sanıyordum fakat odaya girdiğimde çeşit-çeşit yemeklerle donatılmış masayı görünce fikrimi değiştirdim. Beklediğimin aksine beni güler yüzle karşıladı:
Ben:-Selamlarımı sunarım Majesteleri!
Temmu:-Hoşgeldin Vampir Kraliçe!
Ben çok şaşırmıştım. Majesteleri bana ilk kez takma adımla seslenmişti. Halk arasında bana Vampir Kraliçe derler ama sarayda kimse bana bu isimle seslenmez. Heyecandan ellerim titremeye başladı ama kendimi zor da olsa ele alıp konuşmaya başladım:
Ben:- Beni yemeğe davet ettiğiniz için teşekkür ederim efendim.
Güldü ve eliyle oturmamı işaret etdi. Saygımdan dolayı hafifçe eğildim ve Kralın karşısına oturdum. Heyecandan kan-ter içindeydim. Majesteleri de bunu farketti ki yemeğe başlamamı söyledi. O çok farklı bir insandı. Beni dövüşmeye başladığımdan beri hep küçük sınavlara sokardı. E tabii bende bunu biliyordum! Sakin ve biraz da utangaç bir ses tonuyla "Önce siz buyurun" dedim. Küçük bir kahkaha atıp "Ne yapman gerektiğini iyi biliyorsun!" Dedi ve yemeğe başladı. Kendi kendime "Bana hâla çocukmuşum gibi davranıyor. Ah eski günler!" Dedikten sonra ben de yemeğe başladım. Sessizce bir süre yemek yedik. Sanırım yine küçük bir sınavın içindeydim. Bu sefer de sabrımı deniyordu. Ya da konuşmayı ilk önce benim açmamı beklemekteydi. Ben merakıma yenik düşüp tam soru soracaktım ki kapı açıldı. İçeriye ordu komutanı girdi. Yanılmıyormuşum. Gerçekten de ordu hakkında konuşacakmışız. Komutan Krala usulca selam verdi. Çok cazibedar görünüyordu. Adeta ona bakmaktan kendimi alı koyamıyordum, ama sonra bunun yanlış olduğunu anladım ve gözümü ondan çektim. Gariptir ki her zaman Kraldan uzakta oturan adam, bu gün Kralın yanında oturmuştu. Sanırım ikisi de halinden memnundu. Komutan bana doğru bakıp "Selam vermeyecek misin?" Deyince utançtan yanaklarım kızardı ve ayağa kalkıp komutana doğru eğildim:
-Özür dilerim, h-hoşgeldiniz!
İkisi de gülümsedi. Komutan bana eliyle işaret ederek "önemli değil. Oturabilirsin" dedi. Tedirgin bir şekilde gülümsedim ve yavaşça yerime oturdum. İçten içe kendimi azarlıyordum: "Sen ne gerizekalı bir kızsın yahu! Komutana selam vermeyi nasıl unutursun?!".
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Samurai: Katana in the Blood
Historical FictionSamuray bir Türk kızının Japon İmparatorluğunda yaşadığı maceralar. © Tüm hakları Sakuranın düştüğü toprağın altına saklıdır...