BÖLÜM 1

73 1 0
                                    

Akşamın ilk saatleriydi. Karanlığın esir aldığı sokakların bile ıssızlıktan korktuğu bir zamandı. Soğukla birlikte gelen yağmur; çatıları, camları ve caddeleri dövmeye başlamıştı. İnsan güruhları az evvel evlerine akın etmişlerdi. Sokaklarda hırlı kimse kalmamıştı.

Mendebur suratlı kadın, evinin içinde her zamanki gibi kocasıyla kavga ediyordu. Kocası da ondan aşağı kalmaz nemrutun tekiydi.

"Sana demedim mi çocuk istemiyorum diye! Garibanlığımıza bakmadan durmadan çocuk yapıyoruz. Tabii senin yapacak başka işin yok. Bakma derdin yok ki. Aman, benim var sanki! Yedi çocuk verdim sana, konu komşu acımayıp bir tas çorbasını eksik etse hepsi geberir gider. Senin de umurundaydı sanki. Açlıktan Nefesimiz kokuyor, midemiz sırtımıza yapıştı; hâlâ çocuk derdindesin."

Adam her zamanki sessizliğinde hayatta kendinden sonra en çok sevdiği şeyle meşguldü. Sigarasından uzun bir nefes çekti. Ciğerleri bayram ediyordu. "Allah zaten cezamı bu kadınla vermiş, dünyada bundan büyük ceza yok." diye içinden geçirdi. Öbür tarafta, cennette yeri kesindi çünkü bu kadınla yaşamak cehennem azabını peşin peşin dünyada yaşamak demekti onun için. O yüzden kendince, diğer taraftan çok alacağım var, diye düşünmekten kendini alamıyordu. Yani cennetten!

"Oldu bir kere." diye mırıldandı.

Zaten oldum olası çok konuşmazdı. İşsiz, aylak adamın tekiydi. Hayatta nefret ettiği tek şey çalışmaktı. Bu yüzden, ne zamandır onu çalışırken gören de olmamıştı. Ara sıra gündelik işlere gidip iki ekmek, bir paket sigara parası çıkardı mı karada ölüm yoktu ona.

Kadın kararlıydı. Bu çocuktan kurtulmalıydı. Hatta elinden gelse diğer tüm çocuklarından da kurtulmalıydı. Nicedir böyle bir zaman kolluyordu. Hamile olduğunu uzun zaman sonra anladığında merdiven altı tabir edilen bir yerde kürtaj ile bebekten kurtulmaya çalışmış ancak kürtaj için çok geç kaldığını öğrendiğinde tatlı canını riske atmak istememişti. Ne yapalım, doğsundu. O zaman bir hâl çaresine bakacağım, diye söz vermişti kendi kendine. Evde doğurmuştu bebeği, hamile olduğunu kimse bilmediği gibi bebeği doğurduğunu da kimse bilmiyordu. Bu bebekten kesinlikle kurtulmalıydı. Hamileyken kurtulamadığına göre bu mahlûk lanetliydi.

Kadının beyni bu iğrenç düşüncelerle doluydu. Annesi bugünleri görebilseydi hiç düşünmez, bu insan artığının adını "Günah" koyardı. Çünkü Allah'ın günahı kadar kötü ve çirkindi.

"Zamanı geldi." dedi kararlı bir şekilde.

Üzerine, uzun zamandır giyilmekten iyice eprimiş yeleğini geçirdi. Kocası zaten oralı değildi. Yine de "Ben gidiyorum." diye seslendi. Nemrut adam yine yanıtsız kaldı. Sanki kalan birkaç dişi de vereceği cevapla birlikte ağzını açar açmaz, ağzından düşecek diye korkuyordu.

Günah, ayaklarına terliklerini giydi ve on günlük bebeği kucağına alıp kendini sokağa attı. Daha evvel bu bebeği yok etmekle ilgili aklından onca şey geçirmişti. Boğmayı düşünmüştü, bıçaklamayı... Hatta uzak bir araziye götürüp toprağa diri diri gömmeyi... Belki bu kadar kötülük onun için bile fazla idi. 

Düşünceleriyle birlikte yürümeye devam etti. Ayakları, aylar sonra yıkanmanın sevinciyle yağmur sularının içinde kendini özgür hissediyordu. Her şeyden habersiz olan sabinin üzerini bile örtmeye lüzum görmemişti. Yarım yamalak örtüsü içinde ilk yağmur damlasının irkilttiği dudakları önce büzüştü, sonra ilk "Hık" sesi ile ağlamaya başladı. Yağmur yüzüne vurdukça ağlaması bir tık daha artıyor ve üşümesi titremeye dönüşüyordu.

Günah, ara sıra elini bebeğin ağzına koyarak sesini azaltmaya ya da tamamen susturmaya çalışıyordu.

Kadın, ayaklarını sürterek birkaç sokak, yetmedi birkaç mahalle öteye gitti. Ne kadar uzak olursa o kadar iyiydi. Onu tanıyan gören olmamalıydı. Çatıların altından sızan yağmur suyuna karışarak yağmur misali sokaklarda süzüldü. 

Nihayetinde çıkmaz bir sokağa geldi. Buradaki evlerden sızan lambalar, feri gitmiş, her an ölümü bekleyen gözün ışıkları gibiydi. Şanslı günündeydi; sokak lambası da yanmıyordu. Allah'ın en şanslı kulu olduğunu düşünecek kadar küstahlaşmıştı. Unuttuğu bir şey vardı: Şeytanı da Allah yaratmıştı ama sevdiği söylenemezdi.

Kadın bir sağına, bir soluna baktı. Hızlı adımlarla çöp varillerinin olduğu yere yaklaştı. Bir çöp poşeti kadar önemsiz gördüğü bebeği yerdeki çöp yığınlarının üzerine bırakırken içinde annelik güdüsünün kırıntısı dahi yoktu. Yüzü bile buruşmadan hatta en ufak bir mimik hareketi olmadan topuklarının üzerinde dönerek ıslak eteklerine ve kızaran ayaklarına aldırmadan geldiği yolu gerisin geri arşınlamaya başladı. Tabii kötülüğü de ardında bırakmadan. Çünkü kötülük kendisinin gölgesiydi.

Son bir defa sağını solunu kontrol etti. Kimseler yoktu şansına. Fakat hesaba katmadığı bir şey vardı: Evin içinde günlerdir bekleyen ve kapıdan çıktığından bu yana onunla hareket eden bir şey ensesindeydi.

Kadın uzaklaşıp giderken yağmur suları sabinin ağzına dolmaya başlamıştı. Sayılı zaman misafir olmuştu dünyada, sayılı zamanda da bu misafirlik sona erecek, göçüp gidecekti. Ağlamaları sokağı doldururken aslında o kadar güçsüzdü ki yağmur ondan daha çok ağlayıp sesiyle sokağın hâkimi olmuştu.

Evin içinden bu yana, kadını takip eden şey de kadının peşini bırakıp çocuğun yanına yöneldi.

GörWhere stories live. Discover now