Düğün faciasının üzerinden yaklaşık on gün geçtikten sonra, Londra için görmeye alışkın olduğumuz yağmurlu bir cumartesi gününde taksiye binip Harry'nin dairesine gitmiştim. Olay tamamiyle spontane gelişmişti. Clara, ödev yapmak yerine Damon ile buluşmayı tercih etmişti çünkü ödevini yapıyor olduğumuz dersten C ile geçmek bile Clara için sorun değildi. Ama benim o dersim ortalamaydı, ve ben bu dersi iyi yapmak istiyordum.
Bu yüzden hiç kimseye görüşmek için söz vermemiştim.
Sözde.
Tüm gün yurt odama kapanıp, oda arkadaşımın gürültülü metal müziğinin arasında kulak tıkaçlarımla birlikte ödevimi bitirecek ve başarılı bir sonuç alacaktım. Şöyle bir düşündüğümüz zaman onca gürültünün içerisindeyken kulağa o kadar da kötü bir fikirmiş gibi gelmiyordu. Kurduğum plan dahilinde her şey yolunda giderse, düzgün hatta istediğim gibi bir not alabilirdim.
Çünkü bu kez, hakkım olan A+'ya rağmen gidip de sırf eğlence olsun diye F'i yapıştıracak bir öğretmenle muhatap olmayacaktım.
Oda arkadaşımın müziklerine katlanabilirim sandım, fakat olmadı. Birkaç kez kısmasını rica ettim, neyseki bunu yapmıştı. Ancak birkaç dakika sonra çalmakta olan Fade To Black'in sesi önceki halinden çok daha yükseğine çevrilmişti ve kulak tıkaçlarına rağmen duyuyordum, bu beni son derece rahatsız etmeye başlamıştı.
Yüksek sesten bayılacak gibi hissediyordum. Eğer bu mümkün olsaydı çok komik görüneceğinden emindim. Harry saatlerce gülerdi.
Kağıtların arasına çaresizliğimin sonucu olarak gömülen yüzüm, telefonuma gelen arama ile o yığının içinden çıkmıştı. Ekranda Harry'nin adının yazılı olduğunu gördüğümde, gözlerimi oda arkadaşımın gürültücü müziğine devirerek aramasını yanıtladım. Bu seste Harry ile konuşamayacağımı anlayınca da, turuncu Crocs terliklerimle koridora çıkmak zorunda kalmıştım.
O sesin ne olduğunu sorduğunda olanları anlatmıştım. O da, evde tek başına çalışmaktan sıkıldığını söylemek ve bir şeyler yapmak ister miyim diye sormak için aradığını söylemişti. Olay bizim bunları konuşmamızdan yavaş yavaş gelişerek ona misafir olmama kadar ilerlemişti.
Yumuşak içimli ve iki şekerli tükettiğim filtre kahvemle kendisininkini hazırlayıp getirdiğinde, ben evindeki mutfak masasına yayılmıştım. Buraya ilk kez davet edildiğimin ertesi gününde, üstünde muzlu kreplerle dolu tabaklarımızla kahvaltımızı güzelce ettiğimiz o günü hatırlamıştım.
Aramızda bir şeylerin olacağını hissettiğim ama bunun hakkında çokça endişeli olduğum zamanlar.
Üzerime bol gelen, kalın örgülü v yaka kazağımın kollarını avuç içlerime kadar sündürürken bitmeyen ödev karşısında sadece tüm sinirimle inledim. Benim çalıştığım kısım koca bir masada, yalnızca Harry'nin bıraktığı alanı kapsıyordu.
Ki Harry sadece bir dizüstü bilgisayar ile birkaç parça kitabın masa üzerinde düzgünce konumlandırdığı alan kadar yer kaplıyordu. Şu anda en dağınık olan kişi bendim yani.
Yurt odamdaki masanın üzerinden toplaya toplaya sırt çantamın içine sıkıştırdığım kağıtların arasında kafayı sıyırırken, Harry kahvesini kendi alanına bıraktı. Benimkini bana uzatırken dudaklarını alnıma bastırdı. Büyük kahve fincanını küçücük ellerimin arasına sarıp sarmalarken ayakta, bana tepeden bakan Harry düz saçlarımı okşuyordu.
"Biraz ara vermek ister misin? Böyleyken yaptığından da verim alamıyorsun."
Kahveden büyük bir yudum alırken başımı iki yana salladım. "Ödevi son güne de bırakmadım ki, neredeyse bir aydır uğraşıyorum bunun için."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
From The Dining Table || styles
FanfictionBelki bir gün beni ararsın ve bana senin de üzgün olduğunu söylersin.