- 2 -

22 6 0
                                    

Çalar saatin kulak tırmalayıcı sesiyle beraber gözlerini araladı. Göz ucuyla saati yoklarken, ilk dersin ne olduğunu hatırlamaya çalışıyordu zira gereksiz bir ders ise uyumaya devam edecekti. Üniversitede olmanın en güzel tarafı buydu belki de, lisedeki gibi tüm derslere zorunlu bir şekilde gitmek zorunda değildi. Yine de Şan dersinin olduğunu hatırlamasıyla yataktan fırlaması bir olmuştu. Eylül özel bir üniversitede Konservatuar’a gidiyordu. Kadife sesine rağmen buraya girmesi kolay olmamıştı çünkü annesi ‘şarkıcı’ olmasını istememişti kaba tabirle. Kadın Eylül’ün hayatının her detayını düşünmüştü, onu şirketlerinin başına geçirmek istiyordu. Aslında annesinin modayla ilgili işleri hoşuna gidiyordu fakat müzik onun en büyük tutkusuydu, bunu görmezden gelemezdi. Onu ikna etmesi kolay olmamıştı ama buradaydı işte, elindeki bu şansı en iyi şekilde kullanmak için canla başla çalışıyordu.

Kampüse geldiğinde henüz erken olduğunu görüp, sıcak bir kahve içip boğazını yumuşatmak için fakültenin yanındaki kafeye gitti. İçeriye girdiğinde birkaç bakış kendisine döndü. Kızın teki kendisine kaşlarını kaldırarak bakınca, Eylül ona ters bir bakışla karşılık verip kasaya ilerledi. Burada anlaşabildiği tek kişi, kasadaki çalışan Emre’ydi. Onunla anlaşabilmesinin tek sebebi, çocuğun kendisine iyi davranıyor olmasıydı. Emre, Eylül’den uzun zamandır hoşlanıyordu lakin bu durumu Eylül fark etmiyordu bile. O sadece kendisine sıcak bir gülümseme sunan birisine minnettarlık besliyordu.

“Günaydın Emre.”

“Günaydın. Kahveni hazırlıyorlar çocuklar. Nasıl oldun, daha iyi misin bu arada?” Emre, tüm aldatılma hikayesini pek tabii ki duymuş olmalıydı. Bu okulda dedikodu ışık hızıyla yayılıyordu!

“İyiyim işte, düşünmemeye çalışıyorum.” Zoraki bir şekilde gülümsedi kız. Bu arada kahvesi gelmişti, Eylül parasını ödedikten sonra sıcak kartonu avuçları arasına aldı. Kış aylarında en sevdiği şeydi, sürekli soğuk olan ellerini ısıtıyordu.

“Hadi iyi gün-” Cümlesini tamamlayamadan elleri titremeye başladı. Gözlerinin önüne sisten bir perde çöküyordu yine. Felaket geliyordu ve Eylül bunu engelleyemiyordu. Etraf kararırken, parmaklarının arasındaki kahvenin kayıp yere döküldüğünü hissetti ama hiçbir şey yapamadı. Başı dönüp, bilincini kaybederken beyninin içindeki kısa film oynamaya başlamıştı.

Tanımadığı bir evin, tanımadığı bir duvarında asılı olan takvim iki hafta sonrasını gösteriyor. Uzun boylu çocuk, kapıyı aralayıp zifiri karanlığın hakim olduğu sokağa adımını atıyor. Biraz sonra olacaklardan habersiz bir şekilde yürüyor boş kaldırımda. Boş caddede geceyle aynı renge sahip bir araba beliriyor. Çocuğun yanında duruyorlar, içinden üç tane iri yapılı, arabayla aynı renkte takım elbise giymiş adam çıkıyor. Ve çocuğun omzuna silahın kabzasıyla sertçe vurup, içeri alıyorlar. Çocuk debelenirken, bir an için yüzü gözüküyor.

“Demir...” Eylül, gözlerini aralayıp kendine geldiğinde dudaklarından çıkan tek kelime buydu. Emre’nin kolları arasındaydı, yere düşerken o tutmuştu kızı. Onun telaşlı halini görünce alelacele toparlanmaya çalıştı. “İyiyim, gerçekten iyiyim.” Etraftaki bir iki kişinin kendisine ‘ucubeymiş’ gibi baktığını biliyordu. Onları görmemek için ayaklandı, belki Emre’ye gereken teşekkürü edememişti ama burada bulunmak istemiyordu daha fazla. “Gitmem lazım Emre, lütfen.” Hızla kafeden çıktı. “Eylül!” Arkasından bağıran Emre’yi duymamıştı bile.

Gözlerinin önünde olan biten her şey Demir’in başına geleceklerdi. Neden şimdi ölümüne nefret ettiği birinin, başına gelecekleri görmüştü? Neden oydu? Ve her şeyden önemlisi, o bunları anlatmaya değecek birisi miydi? 

Hayır, değildi. Ondan nefret ediyordu ve tüm bunları, ona öylece anlatıp, bir iyilik yapamazdı.  

Sis PerdesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin