Günlerden pazar, saatim sabah sekizi gösteriyor. Şehrimize bakıyorum, ucu bucağı olmayan şehrimize. Çarşaf gibi önüme serilen denize bakıyorum, hani şu sahilinde yürüdüğümüz. Hatırladın mı?
Bu mektup sana ulaştığında kim bilir saatin kaçı gösterecek ve kim bilir sen hangi bedenin doruk noktasında dinleneceksin. Belki de bu mektubu bir tarafa fırlatacak ve her gece yaptığın gibi acılarını bir başkasında sarmaya çalışacaksın. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi gülümseyecek ve odadan çıkacaksın, mektubum da o küf ve şehvet kokulu odada çürüyecek.
Kim bilir belki de bu mektup bir başkasının elinde ziyan olacak ve bu satırlara bakarak kahkaha atacak o yabancı ve ne kadar salak olduğumu söyleyecek. Aşk, diyecek; ne kadar aptalca!
Aynı senin bana bir temmuz akşamında dediğin gibi, değil mi?
Ama merak etme, ben bu mektubun her olasılığını düşündüm, saçlarımı deli gibi savuran soğuk rüzgar da bana hak veriyor.
İnsanın hayatında bir dolu anı olurmuş ama çoğu ilkini hatırlayamazmış ya, benim için doğru olmadığını iki yıl önce anlamıştım aslında. Doğumum kafamda çok net; belki de klişe gelecek ama seni gördüğüm ilk an benim doğumumdu. İlk konuşmam seninle kurduğum ilk sohbet, ilk yürümem seninle yürüdüğüm ilk andı. İlk kalp atışım, ilk ağlayışım yine senindi mesela çünkü ben senden önceki tüm anılarımı bir kalemde silip atmıştım.
Şu an bu satırları yazarken ellerim titriyor ve ağlıyorum ama merak etme, iyiyim.
Bu yüzden de kurduğum cümleler bozuk, yazdığım kalemin mürekkebi akmış olabilir. Affına sığınıyorum.
Sen beni hiç sevdin mi bilmem doğrusu da bunun cevabını hiçbir zaman aramadım, şüphen olmasın. Çünkü her zaman benim yumruk kadar kalbime sığdırdığım sevginin bize yeteceğini düşünmüştüm. Dediğin gibi, çocuktum işte ve çocukların saçma hayalleri olur bilirsin. Büyümemek için ellerinden geleni yaparlar bu yüzden de hayallere sığınırlar. Ben de seninle ilgili bir çok hayal kurmuştum.
Ama hayallerimin hepsi tek taraflıymış.
Sen tarihi hatırlamazsın kesin ama yirmi yedi Ağustos pazar günüydü, seni bir başka bedenle bir olarak gördüğümde. Neon ışıklar altında birisiyle öpüşüyordun ve ben ölmüştüm. Ama sen benim bunu bildiğimi bilmezsin, çünkü ben acılarımı hep içime attım.
Yirmi sekiz Ağustos gününde de yanıma gelip benimle bir olmuştun ve gayet mutluydun, o gün beni bir oyuncak olarak gördüğüne emin olmuştum mesela.
Sabahları başka bedenlerin esareti altında oluyordun ve sonra gelip hıncını benden çıkarıyordum. Ama ses etmedim, ses edemedim çünkü sana aşıktım.
Aşk ne kadar büyük bir aptallık, değil mi?
Sonra bir gün yanıma gelip ayrılmak istediğini söylemiştin. Sorun bende, demiştin bir de.
Klişe laflara ne gerek vardı ki? Sen klişe bir adam mıydın?
Tamam demiş ve gitmiştim oradan, buna ne kadar şaşırdığını biliyordum. Benim seni sevmediğimi düşünmüştün değil mi? Beni daha sonra gülerken görünce seni atlattığımı ya da hiç umursamadığımı sanmıştın değil mi?
Aklında bulunsun Yoongi, ben o gece bileğime sayısız kesikler atarken ve hıçkıra hıçkıra ağlarken sen başkalarıyla bir barda içiyordun.
Ben aylarca psikolojik tedavi görürken sen gayet mutluydun.
Belki de bu hikayenin vurdumduymazı ben değil de sensindir, ne dersin?
Ah, merak etme bunu yazmamın sebebi sana vicdan yaptırmak değil, doğrusu beni umursadığını düşünmedim zaten hiç.
Hiç dayanamadığın bir noktaya geldiğini hissettin mi, Yoongi? Benim oldu.
Şu anda da oluyor.
Hatırlar mısın bir gün sana ölümüm kuş gibi olsun isterim dediğimi? Ölürken uçmak istediğimi söylemiştim hani? Biliyor musun?
Ah, elbette ki bilmiyorsun. O sırada beni dinlemediğin çok barizdi.
Uçmak istiyorum Yoongi. Ucu bucağı olmayan bir yere uçmak, orada yaşlanmak istiyorum. Acı çekmek istemiyorum.
Ütopik geliyor kulağına dimi?
Ama ben bugün uçacağım ve çok uzaklara gideceğim. Belki tarihi öğrenmek istersin diye söylüyorum, bugün on üç Eylül.
Şu an saat sekizi yirmi geçiyor, gözyaşlarım dudaklarıma ulaşıyor ve rüzgar beni aşağı atmak istiyor.
Ben de uçmak istiyorum.
Şu an tepemden geçen kuşlara bakıyorum, birazdan ben de onlar kadar hafif olacağım.
Bana ayrılan vaktin sonuna geldim Yoongi.
Bir gün bu mektubu okursun diye umuyorum, umarım saçma sapan yazdığım şeyleri bir kez bile okursun.
En azından uçtuktan sonra mutlu olayım.
Yoongi.
Elveda.
Bu mektup için de özür dilerim, elimden daha iyisi gelmiyor.
Belki bir başka dünyada karşılaşırız.
Park Jimin
13 Eylül 2019••
Min Yoongi ona on beş Eylül günü getirilen küçük zarfa kaşlarını çatarak bakıyordu. Üzerinde PJM yazıyordu bu küçük zarfın, bu kısaltma ona oldukça tanıdık gelse de ne olduğunu çıkaramamıştı bir türlü.
İlk başta zarfı çöpe atmayı düşünse de içinden bir ses bunu yapmamasını söylüyordu. O da zarfı katlayıp deri ceketinin iç cebine koymuş ve her gece gittiği bara doğru adımlamıştı.
••
Min Yoongi barın sert yatağında bir kadının beline tutunurken telefonu çalmaya başlamıştı. Sinirle kadını bırakıp telefonuna yönelmişti. Arayan kişiyi görünce kaşlarını çatmıştı, Namjoon onu bu saatte neden arardı ki?
"Efendim Namjoon," diye cevaplamıştı dostunu.
"Yoongi, benim sana bir şey söylemem gerekiyor," diye sıkıntıyla söylemişti Namjoon.
"Jimin'i hatırlıyor musun Yoongi? Hani bir süre çıkmıştınız?"
"Evet," nasıl unutabilirdi ki Yoongi onu? Adını her duyduğunda içinde bir şeyler patlıyordu.
"Jimin öldü Yoongi. Evinin çatısından kendini atmış. Yanında da bir mektup bulunmuş ama kardeşi o mektubu gönderdiğini söyledi. Yarın saat bir gibi cenazesi olacak, gelmeni isterdi biliyorsun..."
Yoongi aniden telefonu kapatmıştı. Duyduklarını sindiremiyordu bir türlü. Evinin çatısı, diye düşündü. Birden bire aklına Jimin'in söylediği bir şey gelmişti.
Ölümüm kuş gibi olsun.
Yoongi gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. Arkasındaki kadın onu sarsıyordu bu sırada ama Yoongi bunu hissedemeyecek kadar uyuşmuştu.
Gözü öylesine fırlattığı ceketinden hafifçe dışarı çıkmış beyaz zarfla takılmıştı. Hızla zarfa atılıp yırtar gibi açmıştı.
Okumuştu Yoongi mektubu hıçkırıklar içinde. Yüreğinde bir sızıyla.
Yoongi aslında yıllardır Jimin'e aşık olduğunu anlamıştı ama artık her şey için çok geçti.
Yoongi bunun bilinciyle bacaklarını karnına çekerek iki büklüm bir şekilde ağladı. Jimin'in mektubunu göğsüne bastırarak ağladı.
Min Yoongi en büyük sızısına sabaha kadar ağladı.