first whistle

51 5 5
                                    

Her zaman, sakın intihar etmeyi planlamadığın sürece oraya gitme demişlerdi, yoksa din adamları seni dinden çıkarır. Ya da, şimdilerde herkesin umudunu kestiği tanrıları, onları görmeyi arzulayacak kadar çok seviyorsan, ama genel olarak ilk intihara meyilli düşünceler daha ön görülen seçenekti. Daha önce köyün birkaç delisinin siz çocuklar izlerken oraya girdiğini, ve döneceğini söyleyerek el salladığını fark etmiştin. Dönmemişlerdi.

Köyün en genç olanlarından biri, hasta annesine merhamet dilenmek için tanrıların huzuruna çıkacağını söylemişti. Fakat döndüğünde, kaburga kemikleri sayılıyor, omuzlarından kanlar akıyor, ve insanların ders alması için tanrıların ona neler yaptığını köyün meydanında haykırıyordu.

3 yaşından itibaren, kalenin duvarlarına tırmanıp okçular mola verdiğinde en yukarıdan, yüksek kulelerden birinden ağaçların arasına bakıyordun. Birkaç kez, beyazlarla kaplı genç bir erkeğin sana gülümsediğini ve onu takip etmeni söyler gibi elini salladığını görmüştün.

Tanrılara inanıyordun. Onlara inanmak istiyordun. O genç adamın, yıllar geçmesine rağmen gülen yüzü aynı kalıyordu. Gerçek değildi. Gerçek olamayacak kadar güzeldi çünkü.

"Olan biten ne kadar da ironik." sadece etrafındaki dalları saçlarına takılmaması için ufakça ittin, babanın sana hediye ettiği gereksiz uzunluktaki elbisenin arasına girdiği kırık taşlara birkaç kez tekme attın, bitkilere sürtünen dirseklerin acı veriyordu ve derisi aşınmaya başlamıştı bile. "Beni buraya çağırdın ama bu hiç de güzel bir hoşgeldin partisi değil."

Birkaç saniyeliğine olduğun yerde durdun, Sofía, oraya gidemeyeceğini düşündüğü için seni kışkırtırcasına kahkaha atarken sırf onun sesini kesmek için buraya dek gelmek şimdi hiç de mantıklı gelmiyordu, vücudun artık aldığı yaraları kaldıramayacak duruma geldiğinde, olduğun yere çökerek derin bir nefes aldın, ıslak toprak ve çeşitli çiçeklerin polen kokuları seni mayıştırıyordu - Seol ve Sofìa'nın buraya gelmen için sana oynadığı oyunu kabul ettiğin için pişmandın, evet ama annen senin sorumluluğuna ufak bir petunya bitkisini bıraktığından beri çiçeklere olan aşkın büyümüş, onların naif ve ince ruhlarına dokunmanı sağlamıştı.

Yaz ayı yaklaştığında, her zaman kalenin surlarından dışarıya görebileceğiniz bir tepeye tırmanıyor ve etrafınızı çevrelemiş olan ünlü 'çocukları ham eden' ormanı seyrediyordunuz, öğlenler ve güneş ışığının bölgeye düştüğü oran hızla uzuyor, günler daha sıkıcı hale geliyordu, bu yüzden üçünüz de (görünüş olarak) güzel durmayan ormanın girişini izlemekten bıkmıştınız. Bu yüzden Seol, şaka yaparak daha önce kimsenin görmediği ormanın 'sınırına' yürümeyi teklif etmişti. Oradan dönen şanslı insanlar, ormanın ismini duyduğunda korkuyla kulaklarını kapatıyor ve birkaç gün kendilerine gelemiyordu.

Efsaneyi biliyordun. Özellikle annen, en büyük erkek kardeşinin o ormana girip bir daha geri dönmediğini fark ettiğinden beri; her soğuk kış gecesi, sert bir kahve yapıyor ve şöminenin önünde otururken ormanın sonundaki insandışı varlıkları anlatıyordu. O zamanlar, küçüktün ve penceren ormanın girişine bakıyordu. Geceleri bu yüzden uyuyamadığında, ailenin güvende olduğundan emin olmak için gözünü dahi kırpmadan oraya bakıyordun. O, işte tam bunun gibi bir anda görünmüştü. Annen, ilk sana bu hikâyeyi anlattığında.

Korkundan dolayı uyuyamamıştın. Küçük ayakların, ısısını eşitlemek için elbisene sığınırken, ağlıyordun. Tanrılar bu kadar acımasız olamaz, diye düşünmüştün. Onlar bizi korur, biz faniler onlar olmadan hiç bir şeyiz. İşte tam o sırada, güzel ve bakımlı parmakların ağaç gövdelerinde gezindiğini görmüştün. Saçları, yumuşacıktı ve hafif rüzgar tellerini yerinden oynatıyordu. Üzerinde, uzun ve beyaz bir pelerin vardı. Tek elini sana doğru uzatmıştı. Ağlama, der gibi sessizce hareket etmişti dudakları. Seni seviyorum.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 28, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

a fallen god ↪ baekhyunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin