Jungkook gözlerini kapatmış, sevdiğinin dizinde dinleniyordu. Jimin'e duygu sömürüsü yaparak okşattığı saçlarındaki eline uzandı. Küçük eli büyük parmakları arasına aldığında kalbi neredeyse çıkacaktı. Bu denli güzel olması kendisine zarar veriyordu.
Tuttuğu eli ters çevirip avcunun içine minik bir öpücük koydu gözleri hala kapalıyken. Bu öpücük öyle derin anlamlar taşıyordu ki minik diye geçemezdiniz.
Jimin şaşkınca onu izliyordu. Öğle arasında Jungkook çekiştirerek bahçede en kuytu köşedeki banka oturtmuştu. O oturur oturmaz da dizlerine kafasını koymuştu. Birkaç şey konuştuktan sonra etraf sessizliğe bürünmüştü.
Bu yaptığı kalbini sızlatmıştı. Sanki Jungkook öperkenki duyguları teker teker tüm hücrelerine yayılmıştı.
Jimin, Jungkook'un burnundaki bene dalmış saçlarıyla oynarken Jungkook boğazını temizledi.
"Heey! Çok yakışıklıyım biliyorum ama yüzümde koca bir yara olduğundan şüphe edeceğim artık."
Jimin transtan çıkıp şaşkın şakın Jungkook'a baktı.
Jungkook tavşan dişlerini göstererek gülümseyip Jimin'in burnunu iki parmağı arasına aldı.
Jimin kaşlarını çatıp Jungkook'un elini itti.
Jungkook hızla doğrulunca Jimin'in kafası eğikti ona baktığı için. Bu ani hareketle yüzlerinin mesafeleri sıfıra indi ve Jungkook hareket edemedi. İkisi de çok şaşkındı. Binlerce şey geçti akıllarından ve kalplerinden.
Dudakları birbirine değiyordu.
İlk kendine gelebilen Jimin oldu. Gözleri kocaman açık şekilde geriye çekildi. Yanakları kırmızının en koyu tonu olduğunu tahmin ediyordu.
Tamamı ile doğrulamayan Jungkook geri Jimin'in dizine düştü. Gözlerini sımsıkı kapayıp sakinleşmeye çalıştı.
Derin nefes alıp doğruldu. Ki bu sefer Jimin eğilmediği için bir darbe daha alamadı.
"Hadi, gel kantine gidelim."
Jungkook'un sesi titremişti. İçinden binlerce lanet savurmaya başladı. Bu kadar belli ettiği için kendinden nefret ediyordu.
"Ee tamam."
Jimin, utançtan Jungkook'un titreyen sesini farketmemişti. Derin nefes alıp ayağa kalkan ve ona bakan Jungkook'a baktı. Ellerini yumruk yapıp ayağa kalktı.
Jungkook'un yanında yer aldıktan sonra yürümeye başladılar. Jungkook bu garip atmosferi bozmak için Jimin'in omzuna kolunu koydu. Kendine çekip saçlarını karıştırdı.
"Sen nasıl bir mochisin ya!? Şuna bak."
Jimin heyecanlanmıştı.
"Ya! Sensin mochi! Hatta sen tavşansın. Böylee tavşan dişlerin var senin."
'Tavşan dişlerin var.'derken dişlerini alt dudağının üstüne koyup ortaya çıkarmıştı.
Jungkook içinden 'ah kalbim, zavallı kalbim' diye sızlanıyordu.
"Tavşan mı? Tavşan öyle mi? O zaman bu tavşan mochiyi ısıracak!"
Jungkook, Jimin'in omzuna eğilip hafifçe ısırdı. Canının acımasına dayanamazdı.
Ama Jimin'in teni hassas olduğundan minik bir sızı hissetmişti. Küçük bir çığlık atıp Jungkook'u itti ve koşmaya başladı.
Biraz ilerleyen Jimin'in ardından yerinde duran Jungkook ona seslendi.
"Jimin-shi!"
Jimin gülümseyip durdu ve Jungkook'a döndü. Hafifçe sesini yükseltip cevap verdi.
"Evet, Jungkook-shi?"
"Kantinde bekle beni. Geliyorum."
"Tamamdıır!"
Jimin şakıyıp kantine yönelirken Jungkook sınıfına yöneldi.
Çantasının içindeki poşeti alıp koridordaki dolapların oraya gitti.
Jimin'in dolabının önünde durdu.
'Özlemişim' diye geçirdi içinden.
Her daim cebinde taşıdığı Jimin'in dolabının yedek anahtarını eline aldı. Dolabı açıp poşeti içine koydu. Yavaşça içindeki petunya dolu saksıyı çıkardı.
Üstündeki notu düzeltip poşeti de alıp dolabı kapattı ve kilitledi.
Elindeki poşeti buruşturup yanındaki çöpe atarken kendi kendine mırıldandı.
"Umarım sen de özlemişsindir Jimin. "
----------------------