23| he didn't die

540 83 107
                                    

Park Jimin

"Virüs'ün amacı tam olarak ne?" Uzandığım koltukta rahat bir pozisyon aldığımda bilgisayarla uğraşan ikizime -her ne kadar itiraz etse de ben ikizim demeye devam ediyordum- göz attım.

Bilgisayardan kafasını kaldırdığında gözlerini benimkilerle buluşturdu. "Virüs mü?" dedi şaşkınlıkla. "Kötü karaktere Virüs ismini mi verdin?" Açtığı videoyu kapattığında, "Evet," diyerek onu onayladım.

Koltukta oturur pozisyonuna geçtiğimde bakışları bana dönmüştü. "Virüsün ilk başta amacı intikamdı," dediğinde gözlerini kapadı. Bir şeyleri hatırlamaya çalışıyor gibi bir hali vardı. "İntikam mı? Ne tür bir intikamdan söz ediyorsun?"

"Değer verdiği insanlardan kalan eşyaları," sandalyesinden ayağa kalktığında onu daha rahat görebilmiştim. "Çalan kişiden," yüzüne yayılan ifadeden korkmuştum. "İntikam almak istedi." Birkaç adımla karşımda ki koltuğa ulaşmıştı. Sakince koltuğa yerleştiğinde titreyen ellerimi durdurmaya çalışıyordum. "Kim ne için çaldı?" demiştim merakla.

"Nefretine yenik düştüğü için çaldı Jimin," dedi. "İkisi de aptalın tekiydi. İkisinin gözü ufacık bir şey uğruna kararmıştı. Şimdi ise o iki aptal yüzünden yüzlerce insan bu oyunda kayboldu. Anlıyor musun? Yüzlerce insanın katili oldular." Korkunçtu. Gözümün önüne yığılan anılar bedenimi yakıyordu.

Tam karşımda oturan bedenin görüntüsü kayboluyor gibiydi. "Park Jinyoung," deyişini duymuştum zar zor. "Oyunun kurucusu ve ikinci sahibi. Kendisi kuzenin oluyor."

Park Jinyoung.

"Bir diğer sahibi ise," dedi. "Virüs oluyor." Ayağa kalktığını hissetmiştim. Başımı eğdiğimden dolayı, sadece bana doğru yaklaşan ayaklarını görüyordum. Tam önümde durduğunda başımı kaldırmış ve onunla yüz yüze gelmiştim. "Onu yenmek zorundasın Jimin." demişti. Bakışları sertti. "Bu oyunda güvenebileceğin kimse yok. Virüs'ü yenmek istiyorsan bunu tek başına yapacaksın."

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Virüs'ü tek başıma yenemem. Takım arkadaşlarım olmadan bunu yapamam!" Kızıl saçları alev almış gibiydi. Sert bakışları gözlerini büyütürken dudaklarına sahte bir gülüş konmuştu.

"Aptal! Onlara güvenerek aptallık ediyorsun. Kimden bahsediyorsun cidden? Yalanlar söyleyerek gerçek kişiliğini değiştiren Jung Hoseok'dan mı? Ya da onun kadar güzel yalan söyleyen Min Yoongi'den mi? Ah, Kim Seokjin'e ne demeli?" Bağırarak söylediklerini algılamakta zorlansam da o bunu umursuyor gibi görünmüyordu.

"Kim Taehyung... Yaşadıkları onu çoktan dibe çekmişken yardım bekleyebileceğin en son kişi kendisi." Tek eli sağ omzuma konduğunda bedenimi sallıyordu. "Aklıma gelen iki isim daha var... Jeon Jungkook ve Kim Namjoon. Oyunun derinliklerinde kaybolan iki insan." Burukça gülümsediğinde saniyesinde yüz ifadesi değişmişti. "Kim Namjoon'u hatırladın mı Jimin? Lise yaşantının en karanlık dönemlerine ışık tutan o çocuğu. Sevmediğin hatta nefret ettiğin tombul ellerini gizleyebilmen için sana hediye ettiği yüzükleri. Ona olan sevgin seni kör ederken karşına çıkan çocuğu da hatırla. Büyük bir aşkla ettiği teklifi tombul ellerinle itişini. O tekliften tam bir gün sonra da Namjoon'un elini tutarak o çocuğun önünden geçişini."

Gözlerim dolarken bakışlarımdan bir anlam çıkarmaya çalışıyordu. "Zorlama Jimin, hatırlayamazsın. Hoseok'u da unutmuşsun belli ki. Çocukluk arkadaşın olan Jung Hoseok'u. Küçücük bedeniyle yaşadığı zorluklar sebebiyle zedelense de çevresine her daim ışık saçan çocuğu. Her akşam babasından gördüğü şiddetlere maruz kalmıştı. Küçüktü. Babasının onu dövmesinin sebebini hep kendinde aramıştı. Yanlış bir şey yaptığını düşünür babasının ona vurmasını umursamadan ayaklarına kapanırmış." Parmaklarının arasında ki omzumu sıktığında fısıltıyla konuştu. "Jung Hoseok gerçekten güçlü bir çocuktu. Şimdi ise tam tersi. O bir korkak. Yaşadığı en ufak şeyi dahi anlatmaktan kaçınıyor ve yalana başvuruyor. İnanma ona Jimin."

Aniden bedenini benden uzaklaştırdığında duyduklarımı sindirmeme zaman tanımadan bileğimi yakalamıştı. "Jimin," demişti sakince. Bense boş bakışlarımı ona sunmaktan başka bir şey yapamıyordum. Anlattıkları kalbimi ağırlaştırmıştı. Ağırlık o kadar büyüktü ki bileğimi bıraksa yere düşecekmişim gibi hissediyordum. "Jimin kendine gel ve beni dinle!" Onu duyuyor fakat cevap veremiyordum.

"Jimin daha fazla zamanım kalmadı. Lütfen kendine gel ve beni dinle," dediğinde gözlerimi kırpıştırdım. "Güveneceğin tek kişi, şu anda solunda duruyor. Sana Virüs hakkında daha fazla bilgi vermek isterdim fakat bunu istesem de yapamam. Virüs şu an burada olduğumuzdan haberdar. İsmini söylemeye kalktığım anda ikimizde ölürüz. Bu yüzden onu kendin bulmak zorundasın Jimin. Sana güveniyorum."

Karşımda beden kaybolduğunda kendime geldiğimi hissetmiştim. Öyle ki gözyaşlarım akmaya başladığında solumda ki bedene bakmakta zorlanmıştım. Dizlerimin üstüne düştüğümde uzağımda duran beden hızla bana yaklaşmıştı. Kollarımdan tutarak ayağa kaldırdığında onun nasıl burada olduğunu bile sorgulayamamıştım.

Jeon Jungkook.

Yaşıyordu.

×××

Not¹: Park Jinyoung, ilk bölümden beri iletişimde oldukları oyun sahibinin ta kendisiydi. Aynı zaman da bölümde anladığınız kadarıyla Jimin'in kuzeni olur kendisi.

Not²: Namjoon Jimin'in eski sevgilisiydi. Namjoon kendi cinsinden hoşlanmadığını Jimin'le sevgili olduğu gün anlayabilmişti.

Not³: 20. bölümde ki kartal Hoseok'un babasını simgeleyen bir semboldü. Kafanızda ki soru işareti kalkmıştır umarım.

Not⁴: JEON JUNGKOOK ÖLMEDİ.

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Beklentinizi karşılayan bir bölüm olduğunu umuyorum. 🌸

game over | yoonmin ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin