hey, taeyeon-ah.

170 11 90
                                    


"Hey, Taeyeon-ah."

Hava soğuktu ve telefonu tutan elim kızarmış, donuyordu. Gecenin bir yarısı, üzerimde incecik bir kazakla çıkmıştım sokağa. Neredeyse her dükkân kapalıydı ama ben ve karnım, o çikolataları tam şu anda yemek istiyorduk. Başka çaresi yoktu. Otobüs durağının karşısında, tüm gece açık olan küçük bir bakkal vardı. Kapısının önünde, üşüyerek beklerken mesajını okuyordum.

Im Yoona'nın mesajları hep böyle başlardı. Başkalarına da aynısını yapıyor muydu bilmiyorum ama o, bana seslenmeyi severdi. Hemen altında bir konum vardı, yaşadığım yere çok da uzak olmayan bir yeri gösteriyordu. Daha açık olmak gerekirse, bir bardı orası. Mesajın devamında ne yazdığını tahmin ederek gülümseyiverdim, "ah, Yoona-yah..."

"Sarhoşum," diye son buluyordu mesajı. Olanları tahmin edebiliyordum, olacakları da öyle ama yine de kendimi endişelenmekten alıkoyamıyordum. Aceleyle bakkala girdim ve hem kendim için hem de onun için bir şeyler almaya başladım. Yanımda fazla para da yoktu, tamamen hazırlıksız yakalanmıştım bu sefer. Poşeti daha az üşümüş elime alarak otobüs durağına doğru ilerledim, şansıma otobüs hemen gelmişti. Belki de günün son otobüsüydü bu gelen, benden başka iki kişi vardı sadece. Yorgun bir liseli ve yaşlı bir adamdı, onlardan uzakta kalabilmek için ön taraflarda bir yerlere oturdum. Elimde telefonum, Yoona'nın bir daha mesaj atmasını bekliyordum.

Yaklaşık on beş dakika sonra barın yakınındaki durakta indim otobüsten. Birazcık yürüdükten sonra kalabalık barın önünde bulmuştum kendimi, içeriden sesler geliyordu. Genelde orta yaşlı erkekler doluydu içeride, herkes sarhoş görünüyordu ve bağrışmalar ile gülüşmeler sokağa kadar uzanıyordu. Kapıyı ittirdiğimde ağır içki kokusu neredeyse başımı döndürmüştü. Onu bulmam pek vaktimi almadı, küçük ve yalnız bir masada oturuyordu. Başını duvara yaslamıştı ve yeşil soju şişeleri, çantasının yanında masayı kaplıyordu. Ona doğru yürürken hıçkırdığını fark ettim, gözleri yaşlıydı ve yorgun duruyordu. Uykusuz, berbat ve çaresizdi. Bir aptaldı. Dersini asla almayan, hep aynı hataları yapan küçük bir aptaldı o. Gözleri kızarmış, dudakları şişmişti, kendinde bile değildi. Yanına ulaştığımda beni fark etmedi, iğrenç kokuyordu. Elinde yarısı boşalmış bir başka soju şişesi vardı. Telefonu açık duruyordu, bana attığı mesaj görünüyordu ekranda. Kötü hissediyordu ve her şeyin nedenini biliyordum, ona sormama gerek yoktu. O böyle bir aptaldı, bense ona âşıktım.

"Yoona," dedim fısıldayarak. Yanındaki sandalyeye oturdum, beni hâlâ fark etmemişti. Elinden şişeyi çekip masaya koyduğumda mırıldandı, ne dediğini anlamamıştım. Gülümseyerek elini iki elimin içine aldım. Uzun parmakları, büyük bir eli vardı. İki elimle bile sarsam yine benim ellerimden daha büyük duruyordu. Üşüyen ellerime karşın onunkiler sıcacıktı ama ince ve halsizdiler. "Ben geldim, Yoona."

Bir kez daha mırıldandı, başını kaldırmayı denedi ama tutamadı ve hafifçe duvara çarptı. Onu izlerken kalbim kırılıyordu, kötü hissediyordum ama yine de gülümsemeden duramıyordum. Bu iğrenç kokuların, iğrenç ortamın içinde bile Im Yoona dünyanın en güzeliydi. Küçük, şirin bir çocuk gibiydi. Biraz sonra, mızmızlanarak elinden aldığım şişeye uzanmaya çalıştı. Onu engellediğimde, gözleri sonunda suratımı bulabilmişti. Birazcık durdu, gözlerini aralamaya çalışırken dudaklarını bükmüştü. Boştaki elini yüzüme doğru uzattı, şaşkın ve yorgundu, işaret parmağıyla beni gösteriyordu. "Taeyeon! Taeyeon!"

"Evet, benim, Yoona."

"Hayır, hayır," dedi bilmiş bir halde. Başını iki yana salladı. Gülümserken elini göğsüne bastırdı, "ben Yoona. Sen Taeyeon'sun."

hey, taeyeon-ah ▪ yoontaeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin