"Sislerin ardında gökyüzüne, kadar uzanan sivri siyah taşlar, iki güneşin altında inci taneleri gibi parıldıyorlardı. Sıra dağlar halinde oturtturulmuş yapılar gümüşi gökyüzünü adeta yırtarcasına, ilahi bir kudretle yeni konaklarını bekliyorlardı. Asırlar boyunca bu kara dişler opaklıklarını yitirmeden sabırla istirahat ettiler. Ancak bir gün hiç beklenmeyen bir anda taşlar köklerine kadar sarsıldı ve yüzyıllık medeniyet uykularından uyandı."
Sabahın ilk ışıkları pencereden içeri süzülürken Ayaz çoktan uyanmıştı. Parmak uçlarında ilerleyerek masasına geçti. Elini uzun buklelerinin arasına daldırıp bir tutamını işaret parmağına doladı. Çizimine başlamadan önce bir elinde kalemi, önündeki boş kâğıda düşünceli gözlerle baktı. Kısa bir bakışmanın ardından gözlerini birkaç defa kırpıştırdı ve kurşun kalemi kâğıdın üstünde gezdirmeye başladı.
Güneş kendini gökyüzünde iyice belli ettiği saatlerde annesi Ayaz'ın odasına geldi. Açık kapıyı tıklattı. "Ayaz?"
Ayaz'ın cevap vermeyeceğini biliyordu. Zaten hiç cevap vermezdi ama annesinin sorusu daha çok şaşkınlıktandı. Ayaz her sabah sekizde kalkar, okul için hazırlandıktan sonra kahvaltısını yapıp annesiyle okula giderdi. Yıllardır bu böyleydi. Sabah kalkar kalkmaz resim yapmak özellikle rutin şeyleri onun kadar seven bir çocuktan beklenmedik bir hareketti. Annesi, yerdeki onlarca çizime basmamaya dikkat ederek çalışma masasına doğru ilerledi. Başını uzatıp oğlunun büyük ihtimalle saatlerdir çizdiği resme baktı; Bulutları aşacak kadar uzun sıra dağlar...
Ayaz resim yapmayı seven bir çocuktu. En çok da sevdiği çizgi film karakterlerini resmetmeyi severdi. Oldukça da yetenekliydi. Odasının duvarları çizdiği resimlerle doluydu. Duvarlardan taşan resimler zeminde kendilerine bir yer buluyorlardı. Ayaz onları asla toplatmazdı. Bulundukları yer gayet iyiydi onun için. Yine de bu kadar çok çizmesine rağmen daha önce hiç manzara resmi çizmemişti.
"Ne kadar güzel bir manzara..." Dedi annesi gülümseyerek. Bir karşılık beklemeden söylemişti bunu. Nasıl olsa cevap vermeyecekti oğlu. Her zaman olduğu gibi... Ancak Ayaz birden elini saçından çekti. Diğer elindeki kalemi bırakmadan bakışlarını annesine doğrulttu. Annesi bu beklenmedik davranışa o kadar şaşırmıştı ki bir iki adım geriledi. Ayaz daha önce değil annesiyle hiç kimseyle göz teması kurmamıştı. Gözlerini annesinden ayırmayarak "okul..." dedi. Bu basit sözcük annesini içinde bulunduğu şaşkınlıktan çekip çıkarmıştı. Yavaşça gülümsedi."Evet, haklısın. Hadi seni hazırlayalım."
Ayaz bütün sabahı resim çizerek geçirdiği için normalden hızlı bir süratle hazırlandılar. Programlarının gerisinde kalmalarına rağmen Ayaz öfke nöbetlerinden birini geçirmemişti. Çizimini de öğretmenlerine göstermek için çantasına attıktan sonra annesinin peşinden arabaya bindi.
Araba yolculuklarını ayrı bir severdi. Genellikle yanlarında her araba geçtiğinde "Araba!" diye bağırır ya da radyoda çalan şarkılara anlamsız sesler çıkararak eşlik ederdi. Fakat bu gün tamamen sessizdi. Fazla sessiz... Okula daha hızlı varmak için her gün kullandıkları güzergâhı değiştirmelerine bile karşı çıkmamıştı. Sabahtan beri başlarından geçen bu garip olaylar silsilesi annesini fazlasıyla endişelendirmişti. Okula varır varmaz öğretmeniyle bu konuyu konuşmaya karar verdi.
Araba okulun otoparkında durduğu anda Ayaz annesine fırsat bile vermeden dışarıya fırlayıp okuluna koştu. Ayaz'ın bu hareketliliği annesini biraz olsun rahatlatmıştı. Belki de bir kereye mahsustu, diye düşündü sabah olanları gözden geçirince ama yine de öğretmene anlatmaya kararlıydı.
Okul kapısından içeriye girdikten sonra kapıda güler yüzüyle bekleyen öğretmenin yanına gitti. Ayaz çoktan sınıfına girmişti. Kadının yüzündeki endişeli ifadeyi fark eden öğretmen son öğrenciyi de karşıladıktan sonra yanına geldi. "Günaydın Elif Hanım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEMAS
Science FictionAyaz, otizmli genç bir çocuktu ve bir gece gördüğü bir rüyayla hayatı değişti.