[Angst]
Sonbahar her zaman bir yaprağın yere düşmesiyle mi başlar? İlkbahar ilk kez bir çiçeğin açmasıyla mı başlar? Muhtemelen hayır. O zaman neden ilk kar tanesi avucumuza düştüğünde kış başlamış sayıyoruz? Kış herkes için aynı anda mı başlayıp biter? Kışın anlamı nedir? Bembeyaz bir örtünün toprağın üstünü örtmesi mi yoksa deli bir soğuğun içimize işlemesi mi? Coğrafi bir terim olarak düşünmeyince kış hepimiz için ayrı bir heyecanı temsil eder. Kimiler için sonsuz sevgi, sıcacık bir kahve, birçok kişi için yolda kalmak, yolların kayganlaşması ve iş, okul telaşı, bazılarımız içinse sonsuz üzüntü, terk ediliş. Peki her terk ediliş büyük bir yıkıntı mı bırakır içimizde?
Her son yeni bir başlangıç derler. Her düşüş yeni bir başlangıç noktası belirlemektir belki de. Her yıkıntı yeni bir yer demektir. Bir kelime, bir işaret, bir nefes alış, bir ses bazı şeyleri geri döndürülemez bir yola sokar. Her saniye yeni bir yola adım atıyoruz. Asla geri dönüşü olmayan yollar silsilesine bir yenisini daha ekliyoruz. Farkında olmasak da tek yürümediğimiz bu yolda bir kaç nefes alış daha bitiyor, eski nefeslerin yerine başkaları ekleniyor. Her göz kırpış farkı arasında ki sürede yeni bir hayat son bulup yeni bir hayat filizleniyor. Bulunduğumuz noktayı düşündüğümüzde evrende bilinmeyen bir sürü olay olurken bizim nefes alışımızın ne gibi bir önemi olabilir ki? Biz ölmüşüz kalmışız kimin umurunda olabilir ki? Her yeni gün yürüdüğümüz o yolda bizim gibi bir ton insan adımları ile yeri ezerken biz ne yaşamışız kim umursar?
O yolda yürüdüğümüz her an yeni bir olay baş gösteriyor, başka bir olay son buluyor. Bir nefes süresi içinde bir ton şey olurken hala kendimizi bu kadar büyütmemiz ne kadar doğru? Evrendeki düzende santimetreler söz konusuyken bizim nerede durduğumuz önemli midir ki?
Benim için değildi. O dakikaya kadar ruhuma dolanmış grilik parçalarımda sızarken nerede olduğum önemli değildi. Ruhumun grilerle bezeli bir şekilde nefes alıp verirken bağlı olduğum o beyaz yatak bile hayatıma renk katmazken santimetreler benim için geçerli değildi. Gözlerimi kapattığımda ulaştığım karanlık aslında evimdi benim. İşte orada önemliydi saniyeler, santimetreler, sonbahar, kış. Yaşadığı her bir saniye kaburgalarına saplanan acıyla baş etmesini öğrenmiş bir çocuktum ne de olsa. Mutlu olmak, hayatıma parlak bir rengin girmesi saçmaydı, bir o kadar da imkansız. Fakat evren hiçbir zaman bizi umursamaz değil mi? İyi bir şey olmasını bekleyip intihar düşüncesini rafa kaldırırken hep karşına kötülükler çıkar. Kanundur bu. Uçurumun kenarında rüzgarla buluşan saç tellerin daha fazlasını isterken o bedenini bırakamazsın bir türlü o boşluğa, cesaret edemezsin. Tam cesaretini topladığın o an da ise hayat bu sefer seninle bambaşka bir şekilde oynar.
Hatıralarım arasında en belirgin olan o sonbahar akşamı, yapraklar sararmaya yüz tutmuş bir şekilde parmak uçlarıma düşerken benim için ilk kez sonbahar gelmedi. Gri olan her yerim bu sefer karanlıkla buluşmadı. İlk defa ruhumun derinliklerinde sonbahardan, kıştan başka bir mevsimin ılık esintisini hissettim. Hastane kıyafetlerinin içinde, soğuk rüzgar açıkta kalan tenimi okşarken, kapadığım gözlerim biraz olsun huzur istiyordu. Sadece bir parça huzura muhtaçtım bu saçma hayatı sürdürmek için. Fakat bir o kadar da umutsuzdum. O huzurun bana gelmeyeceğine emindim çünkü hiç gelmemişti. Doğduğum andan itibaren etrafımda süregelen olaylardan sonra gelmesini beklemek en büyük suçtu belki de.
Gözlerimi kapalı tuttuğum sürenin son demlerinde yanıma yerleşen bir tutam sıcaklık beni çarpmıştı. Lavanta kokusu, sonbahar havasının kendine has kokusu içine karışan lavanta kokusu tüm ruhumda bir sarsıntıya sebep olurken bakışlarımın bu kokunun sahibine kaymıştı yavaşça. Küçük yüzü üzerine özenle yerleştirilmiş burnu, dudakları, gözleri bir sanat eserini andırıyordu bana. Dünyanın yedi harikasını kıskandıracak güzelliği ile orada otururken ruhum çığlık atıyordu tüm o renksizliğinin içinde. Koluma değen kolunun temas ettiği her bir nokta çiçek açıyordu sanki. Alışık olmadığım renkler damarlarımda yolculuğa çıkmıştı sanki. Ölmek amacıyla geldiğim bu hastanede yeniden hayat bulmanın ilk meyvesini yiyordum sanki yasak elma olduğunu bile bile. Dudakları yavaş bir şekilde yanaklarına taşarken gözlerini ayırmadığı noktadan sonra benimle buluşturdu irislerini. Tüm galaksinin her bir zerresine ev sahipliği yapan o gözler ruhumu binlerce parçaya bölüp tekrar birleştirmişti sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FEEL THE JIKOOK- one shot encyclopedia
Fanfiction3 farklı kişi tarafından yazılmış, farklı konularda jikook one-shot'ları. Bir JiKook one shot ansiklopedisi.