"Dersteki o haliniz neydi öyle?"
Yurt odamdaki yatağımın üzerinde Clara ile birlikte oturuyordum. Shakespeare'in Bir Yaz Gecesi Rüyası adlı tiyatro metnini okuyup, Harry'nin incelememizi istediği şekilde inceleyerek haftaya cumaya tamamlamamız üzere verdiği ödevini yapmaya çalışıyorduk.
Bunca kağıt, defter, dosya ve kitaplardan oluşan yığının arasında Clara ile buraya nasıl sığdığımı anlamamıştım ama bir şekilde ikimiz de birbirimizi rahatsız etmeden ödev yapmanın bir yolunu bulmuşa benziyorduk. Oda arkadaşım Londra'nın merkezindeki bir partiye gidip bu akşam gelmeyeceğini söyleyen bir not bıraktığı için yan yatakta Clara'nın kalmasını istemiştim ve o da beni kırmamıştı. En yakın arkadaşıma benim pijamalarımdan birini vermiştim ve dersi bitirip, yurttaki odama döndüğümüzden beri bu pozisyonu hiç bırakmamıştık.
Dosyanın tellerine sıkıştırdığım ödev kağıdıma gerekli olabileceğini düşünerek topladığım argümanları yazarken kaşlarımı çatıp Clara'ya baktım.
"Nasıl?"
"Dersteyken," dedi tekrardan. "Harry'nin sana olan bakışları ve... senin de ona olan bakışların tabii ki."
"Sadece derse katılmaya çalışıyordum."
Clara gözlerini devirdi. Tepeden dağınık bir şekilde topladığı kızıl saçlarının lastik tokadan serbest kalan tutamları rastgele yönlere bakıyordu. Bebek saçları alnının kenarlarına dağılmıştı. Kırmızı ojeli tırnaklarını kağıtların üzerinde ritim tutturmayı bıraktı.
"Söz ettiğim şeyin ne olduğunu çok iyi biliyorsun, Amber."
Hayatımın hiçbir döneminde kendime saklamak istediğim duygularımı Clara'ya inkar etmek bir işe yaramıyordu. Bilmezlikten geliyor olsam bile bir şekilde bahsettiğim şeyi anlıyor ve beni nereden köşeye sıkıştırması gerektiğini bulup, avına pençelerini geçiriyordu.
Kapalı kutu gibi davranmaya devam ettiğini düşündüğünden eminim. Ama sadece... olayın kapalı kutu olmakla bir ilgisi olmadığını anlamasına ihtiyacım olduğunu belirtmeye çalışıyordum. Harry ile birbirimize karşı atmakta olduğumuz adımların tamamının kendi cephelerimizden ihtiyatlı olduğunu söylemem gerekirdi. Biz bile nasıl ilerlediğine bakmak isterken... bunun hakkında hemen nasıl konuşabilirdim ki?
"Belki biraz."
"Hadi amaaaa," diyerek kelimeyi uzatabildiği kadar uzattı Clara. Elindeki mavi pilot kalemi kağıtların üzerine bırakıp yatakta kıpırdanarak beni sallayıp sarsmaya çalıştı. Yeşil gözlerini saklayan kirpiklerini istediğini elde etmeye çalışan minik bir çocuk gibi kırpıştırıyordu.
"Beni rahat bırak!"
"Ödevine kahve dökerim."
"Bir daha söyle?"
Clara ellerini birleştirdi. "Lütfen, lütfen, lütfeeen," diye yalvarmaya başladı. En yakın arkadaşıma anlamsız gözler ve çatık kaşlar eşliğinde bakarken ellerimi iki yana açıp öylecek onu seyretmeye devam ettim.
"Kendine gel, Clara'yı geri istiyorum çünkü bu deli saçması insanla yurt odamda tıkılı kalmış olduğum gerçeği beni ürkütmeye başlıyor."
En yakın arkadaşım söylediklerim üzerine büyük ve güzel bir kahkaha attı. Clara'nın çoğu zaman can sıkıcı ve alaycılık gösteren tavırlarıma alınmayıp benimle birlikte gülmesini seviyordum. Hatta aslına bakarsanız çok seviyordum. Ondan önceki arkadaşlarım bu Amber'ı çok can sıkıcı, katlanılması zor ve fazla melankolik gibi kelimeler yardımıyla tanımlamasına alışmışken Clara ile tanıştığım zamanlarda benim çok eğlenceli olduğumu söylemesi anlık bir kavram karmaşası yaşamama neden olmuştu. Ben aynı bendim ama Clara'nın bahsediyor olduğu Amber'ın kim olduğunu çözemeyecek kadar da yabancılaşmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
From The Dining Table || styles
FanfictionBelki bir gün beni ararsın ve bana senin de üzgün olduğunu söylersin.