Aklımızdaki soruların bir kısmını kendi aramızda cevaplandırıp kalkıyoruz. Gidip hemen hesabı ödüyor, ben bir şey bile söyleyemeden. Her neyse, bir dahakine de ben öderim. Sonra tekrar arabada buluyoruz kendimizi. Yol da çok uzun sürmüyor, hemen eve geliyoruz.
"Saat çok geç olmasa içeri gel derdim ama... Herkes uyumuştur."
Sinsice gülümsüyor. "Davet mi ediyorsun? Orası benim de evim."
Bir anda boşluğa düşmüş gibi oluyorum. Cidden, neden davet ettim ki? İsterse benden önce gider yani. "Haklısın, ben asl..."
Ben sözümü bitiremeden tek eliyle yanağımı kavrayıp beni öpüyor. Ahh, susturulmanın en güzel yolu galiba. Yine de öpücüğümüz daha da ateşlenmeden duruyoruz.
"Gelmek istemediğine emin misin?" Şaka yollu da olsa bu soruyu soruyorum. Bakın, cesaretim gelmeye başladı bile.
"Beni özlemeni ve senin gelmeni istiyorum."
Şaşkınlıkla ona bakıyorum, gülüyor. Dalga mı geçiyor, ciddi mi, anlamıyorum. Ama şaka olsa bile her şakanın altında bir gerçek yatar, biliyorsunuz. Yine de ben de gülüyorum çünkü çok güzel. Karşımdaki bu tanrıların yeryüzündeki oğlu çok güzel, yani kelimelere sığmaz.
"Tamam, iyi geceler." Derken iniyorum arabadan. Liseli aşıklar gibi el sallarken arka arka kapıya gitmemi falan beklemiyorsunuz, di mi? Kapıya vardığımda sadece arkama bakıp ona gülümsüyorum, o da arabayı çalıştırıp gidiyor ben içeri geçerken. Kapının arkasına yaslandığımda yaşadığım geceyi tekrar düşünüyorum. Gerçek gibi değildi ama, gerçek işte. Rüyalar ya da hayaller bile daha güzel olamazdı herhalde...
Ertesi gün ise her şeyi anlatmak üzere Jooheon ve Alice'le buluşuyorum. Tabii ki ayrıntılara girmiyorum, sadece yüzeysel olarak yaşanılanları ve konuştuklarımızı anlatıyorum. Onlar da ağızları bir karış açık, beni dinliyorlar. Benden daha çok inanamıyor gibiler gerçekten. Gerçi siz olsanız siz de şaşırırdınız. Benim aşık olmamı geç, karşılıklı olması beklenmeyen bir şeydi bu sonuçta. Ben de hala şaşkınım yani.
"Annenler ne olacak peki?" Alice heyecanla sorularına devam ediyor tabi.
"Bir şey olmayacak. Onlara da söylememiz gereken zaman gelecek. Ama önce ilişkimiz bir rayına otursun."
Jooheon giriyor bu sefer araya. "İlişki diyebiliyor musunuz bir günde?"
"Yani erken tabii ilişki demek için, ama başka ne diyebilirim ki? Başlangıç aşamasında olan bir ilişki işte..." Gülüyorum. Onlar da bana katılıyorlar.
Sonunda okul da açılıyor. Asla yerinde duramayan birisi olarak okula gitmek benim için çok güzel bir aktivite. Okuduğum bölüm de benim sevdiğim alan olduğu için dersler de harika. Jaebum'la ise telefonda konuşuyoruz, bir kere de görüntülü arama yapmıştık. Onun da okulu bir sonraki hafta başlıyor. Farklı okullar olunca tabi... Gönül isterdi ki okullarımız da aynı olsun.
Ders çıkışında ise arkadaşlarla buluşuyoruz, spesifik olarak isim vermem gerekirse: Yoona, Hangmin ve Alice'le. Hepsi ayrı kafadan bir şeyler anlatıyor. Benim odaklandığım tek şeyse Hangmin ve Yoona'nın karşımda fingirdeşmesi. Önce Yoona öpüyor Hangmin'in yanağını; sonra Hangmin onun yanağını sömürüyor. Elleri birbirlerinin bacaklarının üstünde, hep bir dokunma halindeler. En son Yoona telefonuyla oynarken sohbete katılmadığını fark edince Hangmin onun yanağını tutup yüzünü kendine çeviriyor. "Hala bizimle misin hayatım?"
Yoona da gülümseyip "Her zaman." Diyor. Sanırım Hangmin de bunu çok çekici bir hareket sayıp onun dudağına yapışıyor.
Ee, yeter ama! Jaebum'u bana bu kadar özlettirmek zorunda mısınız? Kaç gün oldu zaten o çirkin yüzü görmeyeli, şu an daha da ihtiyacım var resmen ona.
Kendimi ağırdan satmak istiyorum ama en son bana "senin gelmeni istiyorum" dediği için... Yani önce onu aramalı ve sonra tıpış tıpış ayağına gitmeliyim sanırım. Her neyse, ilgiyi hep karşı taraftan beklememek lazım.
En sonunda dağıldığımızda Alice'le arabasına doğru yürürken onu arıyorum.
"Jack, nasıldı ilk gün."
"Harika! Ama daha harika olmasını istiyorum."
"Ne demek istiyorsun?"
"Imm, mesela görüşsek?"
Gülüşünü duyuyorum. Bir elektronik cihaz üzerinden bile bana cenneti tattırıyor. Yanımda olsa siz düşünün.
"O zaman bana gelmeye ne dersin? Ya da..."
"Tamam." Başka bir seçenek olamaz, hayır. Hemen o teklifin üstüne atlamalıyım. "Evde misin?"
"Hayır, şimdi yanından geçiyorum."
"Ne?" Hemen yan tarafımda kalan yola bakıyorum ve onun arabasını ve sonra onu görüyorum. Çok romantik bir hareket gibi geliyor olabilir ama burası onun okuluna yakın bir yer. Yani okula gidip işlerini halledeceğini biliyordum ama böyle denk geleceğimizi bilmiyordum.
Alice'e bakıyorum.
"Hemen bizi tanıştırıyorsun." Diyor yüzünde kocaman bir sırıtmayla.
Kaşlarımı kaldırıyorum. "Dalga mı geçiyorsun? Onu zaten tanıyorsun."
"Resmi olarak hiç tanıştırılmadım." Gülüyor.
"Peki, öyle olsun. Gel hadi."
Hemen Jaebum'un arabasının oraya gidiyoruz. İstediği gibi, tanıştırıyorum onları. Kısa bir ayaküstü muhabbeti ediyoruz. Artık resmi bir ilişkim varmış gibi hissediyorum, sonuçta en yakın arkadaşımla tanıştılar. Keşke Jooheon da burada olsaydı. O da bir dahaki sefere artık.
O gittikten sonra da biz de arabaya atlıyoruz. En neşeli halimi takınarak günümü anlatıyorum, bazen böyle çok konuşasım geliyor. Ben günümün daha yarısına geldiğimdeyse evine çoktan varıyoruz.
Eve gidene kadar elimden tutuyor, bu aşırı güzel ve güven verici bir duygu, gerçekten... Ama ben güven müven anlamam, kapıyı açıp da içeri geçtiğimiz gibi tek kolumu boynuna sarıp dudağına yapışıyorum. O da hemen karşılık veriyor zaten. Delice ama kısa süren bir öpüşmenin ardından tek öpücük daha kondurup ayrılıyoruz.
"Yemek yedin mi, aç mısın?"
Başımı sallıyorum. "Açım."
"Hadi yemek hazırlayalım." Derken mutfağa geçiyoruz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANALOG - Jackbum
Fanfiction"Kökenlerinin benzer olmasına gerek olmaksızın, aynı görevi gören." Farklı iki aileden farklı iki çocuk. Bir araya geldiler, şimdiyse aynı ailedeler. Sadece o iki çocuk aile değil...