Kızılın en koyu tonuna bulanan uzun mu uzun koridorun ufaktan aşınmaya başlamış boyası göze çarparken, Namjoon; olabilecek en özgüvenli ve ihtişamlı adımlarını salona atıyordu. Kendisinden zerre şüphesi yoktu, bakışlarının keskinliğiyle de bunu oldukça belli ediyordu.
"Strateji Uzmanı, Kim Namjoon..."
Salondan işittiği sözcükler gülümseyişini daha da genişletirken, son adımını da kapının önüne atmış, en güçlü selamlayışını Prens Jimin'e sunmuştu. Dikimi beden ebatlarına tamamen uyan beyaz ve lacivert harmanlı bir gömleğin altına giyilen siyah, deri pantolonuna bir kayış takılmış, saçları ise hafifçe sağdan ayrılmıştı. Kahve tonlarının en koyusuna bürünen gözlerine bakmaya cesaret edebilecek insanlar Güney Kore'de bulunmuyor denilebilecek kadar azdı.
Prens Jimin'in emri üzerine buraya gelmişti, zira, yasadaki maddelerden bazılarını ihlal edecek derecede kışkırtma ve ithamlarda bulunmuştu Kuzey Kore Prensi. Prens Jimin'in tahta geçiş töreni yaklaşık bir hafta sonraydı fakat Kuzey Kore'yle olan anlaşmazlıklar Güney Kore'yi yeni bir savaşın eşiğine sürükleyebilirdi. Prens Jimin, hiçbir aksaklığın yaşanmamasını istiyordu.
Mükemmeliyetçiliğin de kusurları vardı. Çevrende kusur ararken, benliğindeki kusurları kaçırırdın. Prens Jimin, bakışları ve ahlaksız dili ile Kuzey Kore Prensi'ni kendine düşman edinmişti oysa. Bunun kendisi dahi farkında değildi. Bahsettikleri, gerçekte yaşanan şeylerden oldukça uzaktı.
Prens Taehyung, onu yalnızca imalı sözcüklerle uyarmıştı.
"Gelebilirsiniz." Memnuniyet hissiyatı ortamı esir alırken, eleştirici gözler hala Namjoon'un üzerinde geziniyordu fakat kusuru unutun, en ufak bir kırışıklık bulamıyorlardı. Prens Jimin ise halen neler yapabileceklerini düşünmekteydi. Hazan ayının son günlerinde gerçekleşen bu vefat neredeyse herkesi derinden etkilemekle birlikte, bu konuda fazla tecrübesi olmayan Prens Jimin'in de gözünü korkutuyordu. "Kral'ımız hayata veda ettikten sonra kim derdi ki her şey kötüye gidecek?"
Huzursuz suretinde hiçbir umut parçası bulunmayan Prens Jimin, bakışlarını Namjoon'a yönelttiğinde gördüğü özgüveni daha önce hiçbir insanoğlunda görmediğine dair yeminler edebilirdi. Arapsaçı olan bu işten sıyrılabileceğini fısıldamıştı benliği, kulağına.
Prens Jimin, Namjoon'un kendinden emin gülümseyişine karşılık olarak az önceki cümlelerini unutmuş ve yarım ağız sırıtmaya başlamıştı. Namjoon ise yalnızca sessizliğiyle dahi bir planı olduğunu anlatıyordu. Zorlamaya lüzum yoktu, Prens Jimin hafif gergin ortamı bozarak konuştu; "Mareşal Jeon'u çağırın."
Askerlerden herhangi biri aniden eğilmiş, seri adımlarla çıkışa yönelmişti. Namjoon ise yanından geçen beden ile saniyenin onda biri olacak kadar kısa bir süre bakışmıştı.
"Oturabilirsin." Namjoon, endamını hiç bozmadan geniş, oval masaya doğru yöneldi. Başköşede oturan Prens Jimin'in kafasında da bir takım planlar vardı tabii. Namjoon burada yardımcı eleman olacaktı. Planlarını güçlendirecek, olasılıkları hesaplayacak, bilgi desteği ile donanmayı güçlendirecekti.
Eh, tüm bunlar Prens Jimin'in hesaplarında kalacak şeylerdi. Ne de olsa Prens Jimin, Namjoon gibi bir dahi değildi.
"Kuzey Kore'nin sizi savaşa sürüklemesini engellemek mi istiyorsunuz; yoksa savaşı ertelemek mi?"
Bu genel sorulmuş bir soruydu fakat Prens Jimin bir saniye dahi beklememişti. "Tahta geçmeden herhangi bir şey yapamayacağım için, ertelemek en mantıklı çözüm değil mi?"
"Değil."
Aldığı kesin cevap ile afallayan Prens Jimin, kaşlarını hafifçe çatmış ve masanın üzerine eğilerek, tehditkâr bir ses tınısıyla konuşmaya başlamıştı. Haksız düşmekten nefret ederdi. Belki de bu, Prens Jimin'in en kötü huyuydu. "Ya... Peki ya ne yapmamız gerekiyor?"
Namjoon, bal rengi masanın üzerindeki tomar tomar kağıttan birkaç tane alıp, mürekkebe batırdığı tüy ile şekiller çizmeye, sessizce planları not almaya başlamıştı bile. Prens Jimin soluksuz bir şekilde onu izliyor, diğerleri ise her çizgiyi gözleriyle takip ediyorlardı.
"Kuzey'i kendi sınırlarınıza katmak istediğinizi varsayıyorum, Prens'im," Prens Jimin başı ile onayladığında, Namjoon, onlarca meraklı ve hayran göz arasında anlatımına devam etmişti. Memnundu. "bu yüzden bir plan hazırladım ve açıkçası, Kuzey Kore Kralı'nın hiçbir şeyden haberi olmayacağından emin olabilirsiniz."
Prens Jimin, anlamamışçasına kaşlarını kaldırdığında Namjoon küçük çaplı bir kahkaha patlatmıştı. Hangi ortamda olduğu umrunda değildi, şu an yalnızca yapması gerekeni yapacak, birkaç gün içinde de plana dahil olacak ve işini tamamlayacaktı.
Masadakilerin gereksiz derecedeki gergin bakışlarını umursamadan konuşmasını devam ettirdi, Namjoon. "Prens'im... Kuzey'i fethetseniz ve Kral Kim'i öldürseniz bile Prens Taehyung'un daha fazlasını yapmamıza izin vereceğini hiç sanmıyorum. Stratejimizi ne kadar zorlarsak zorlayalım, olmaz."
"Neden?"
"Kuzey Kore'nin tamamını ele geçirmek için plan yapanın Kral olduğunu sanmıyorsunuzdur umarım? Prens Taehyung, zekidir. İlk olarak Kral'ı katletmememizin bir diğer sebebi ise Prens Taehyung tahta oturursa, yetkisi artacak ve her an mezarımızı kazabilecek durumda olacaklar. Şimdi düşününce, iyi bir fikir olmadığını kabullenebilmişsinizdir umarım."
Prens Jimin, onay veren bir şekilde başını salladığında Namjoon devam etmişti, "Ayrıca, Prens'im; Prens Taehyung'un da bir planı olduğuna eminim. Bu nedenle, tamamen gizli ilerlemesini istediğim bir strateji uygulayacağım. Eğer aramızda bir sıçan olduğunu düşünüyorsanız, özel takımınızı toplamanızı öneririm."
Prens Jimin, derin bir nefes almış ve yanında sıraya dizilen koyu mavi takımlı, hiçbir hareketi bulunmayan askerlere kafasıyla çıkışı işaret etmişti. "Pekala."
***
"...Yarın yola çıkılırsa, hiçbir olumsuzluk yaşanmadan Prens Taehyung ortadan kaldırılabilir. Tek araçla gidilmeli, fazlası dikkat çeker, sivil girilecek ne de olsa."
Prens Jimin, kısık tondaki bir mırıltıyla onaylarken, bir yandan da taslak çizimleri ve notları inceliyordu. Namjoon, gülüyordu, oysa böyle anlamsız bir duruma asla düşmemişti. Prens Jimin'den fazlası beklerdi.
"Peki ya, Prens Taehyung'u indirmek öyle basit olacak mı? Kim Taehyung'un zeki olduğunu siz söylemiştiniz, ayrıca, stratejilerine bizzat kendim de şahit olmuşumdur. Bizi engellemek için elinden gelenin yapacağı bariz."
Mareşal Jeon Jungkook'tan gelen soru ile, Namjoon başını sağa çevirmiş, yarım ağız sırıtışını daha da büyütmüştü. Eğlenceliydi. En azından aralarında düşünen biri vardı. "Ah, doğru bir yere değindin."
Bakışlar kendilerine odaklanırken, Namjoon, Prens Jimin'in elindeki kağıda uzanmıştı. "Şöyle ki, Kuzey Kore Çin'le anlaşma peşinde ve her defasında Prens Taehyung bu toplantılar için gönderiliyor. Çin Prensi Tao'yla olacak son toplantıları da bu hafta sonu ya da iki hafta sonraymış. Bunun olması demek, Çin'deki kuvvetlerin tamamının Kuzey'e destek çıkması demek."
"Prens Taehyung'la Prens Tao'nun buluşmalarına dair bilgileri nereden elde ettiğini öğrendikten sonra, anlatımına devam edebilirsin." Prens Jimin' yanıt olarak söylediği tek şey, "Kuzey Sarayı'ndakilerin ağzı sıkı değil, pek zorlandığım söylenemez." olmuştu Namjoon'un. "Devam ediyorum."
Derin bir nefes almıştı Mareşal Jeon. Bu işin hiç de iyiye gitmeyeceğine dair ilginç bir his benliğini sıkmaya, aklına yerleşmeye başlamıştı. Namjoon'un stratejisinden; seçtiği gidiş ve dönüş yollarına kadar her şey kusursuzdu ama... Belki de sorun buydu ya, her şey harikaydı.
"Çin'le herhangi bir iletişiminiz yok. Dolayısıyla, şu an eşit olsak da dört gün sonra Prens Taehyung bir adım önümüze geçmiş olacak. Hızlı olacağız."
Mareşal Jeon, susmayı tercih etmişti. İçine doğan anlamsız güdü hala onu rahatsız etse de, bir süre daha beklemeyi ve şüpheli bir davranış görmeyi aklına koymuştu fakat atladığı bir şey vardı: kimsenin zamanı yoktu.
"Beklemeye gelmez," dedi Prens Jimin. "Arabayı hazırlatın, ve Namjoon, onlarla gitmelisin."
-
geçiŞ BÖLÜMÜĞ ĞUSLQHRİÖILİKQJDKW <33 sapyoqizm
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gardenia ❁ TaeMon
Fanfiction"Aşkımı şakaklarına gizlersem eğer, farklı bedenler sırrımı açığa çıkarabilirler mi sevgilim?" [Taehyung × Namjoon] @sapyoqizm <3