Bölüm 2

415 10 2
                                    

Muguet

Bordeaux/Günümüz

Fransa'da ki son günümü dövüş okulunda geçirmeye dünden karar vermiştim. Bugün sabah kalkıp eşyalarımı topladıktan sonra bisikletime atlayarak dövüş okuluna geldim. Şu an saat 17:15'di. Gün bitiyordu ve ben hiçbir şey anlamamıştım. Dövüş okulundaki arkadaşlarımla küçük bir veda turnuvası düzenledikten sonra okulun terasında eğitmenimiz Jean ile birlikte barbekü partisi yapmaya karar verdik.

*Eğitmen Jean beni bu işe başlatan ve bir sevda haline gelmesini sağlayan insandı. 2 sene önce Eğitmen Jean okulu için öğrenci arayışına çıktığında yolu bizim okula düşmüştü. Bense o sırada beden dersinde kondisyon çalışıyordum. Beni farkeden eğitmen Jean yanıma gelip "Okuluma uğramalısın." demişti. Fakat ben "ne işim var yaa" diyip sallamıştım. Eğitmen Jean o günden itibaren beni arayıp o kadar çok ısrar etmiştiki sonunda dayanamayıp "ne var bunda bu kadar ya" diyip okula gitmiştim. Gittiğim sırada çalışan öğrencileri izleyince "tanrım burda olmak istiyorum" demiştim. İşte o gün bugündür olmak istediğim yerdeyim.*

Barbeküyü kurup etleri dizdikten sonra başında beklemeye başladım. Beklerken dalmış olmalıyımki Edgard'ın gelmesiyle irkildim.

"Hadi sen git diğerleriyle vakit geçir ben beklerim" dedi.

"Gerek yok ben iyiyim." dedim gülümseyerek fakat beni dinlemedi ve kollarımdan tutup zorla kaldırarak diğer öğrencilerin kurduğu masaya oturttu. 

*Edgard, şu ana kadar benden, diğer öğrencilerden daha fazla dayak yiyen tek insandı. O kadar fazla dayak yemesine rağmen, her zaman yanımda olan tek insandı. Onla tanışmamız, buraya ilk geldiğimde tekmelerimin ve yumruklarımın güçsüzlüğünü eleştirmesiyle olmuştu. Onu öyle bilmiş bilmiş konuşurken gördüğümde deliye dönmüş ve o günden itibaren ona inat dövüş okuluna her gün gelmeye başlamıştım. Tanıştığımız andan itibaren aramızda hep bir çekişme vardı ve bunu farkeden eğitmen Jean yeni dönem partner seçiminde listeye ikimizin adını yazmıştı. Partner olduğumuzdan beri aramızdaki çekişme, hırs ve bütün gıcık gitmeler bitmişti. Şimdi ise buradaki en yakınım diyebileceğim insan olmuştu.* 

Kendimi 'sanki bir daha burdaki kimseyi göremeyecekmişim' tarzı saçma sapan düşüncelerimden kurtardıktan sonra Edgard'ın yanına giderek etleri aldım ve kurulan masaya getirdim. Herkes o kadar açtı ki etler 10 dakika içinde bitmişti. Yemeğimiz bittikten sonra el birliğiyle kurduğumuz masayı kaldırdık. Masa ve temizlik işleri bittikten sonra kendimi soyunma odasında ki duşa attım. Çıktıktan sonra herkesle uzun uzun vedalaşarak dışarı çıktım. Bisikletimin kilidini açarken yine Edgard'ın sesini duydum. Arkamı döndüğümde elinde bir paketle bana doğru koşturuyordu.

"Muguet, bekle."

"Efendim." diyerek ayağa kalktım. Elindeki pakedi bana uzatarak;

"Bunu uçağa bindiğin andan itibaren istediğin zaman açabilirsin ama kesinlikle Fransa'da açma." dedi.

*Sanırım bana bu paketi uçakta açtırıp şok etkisi yarattıktan sonra ağlatıcaktı. Aynı filmlerde ki gibi. Edgard böyle duygusal şeyleri nerden buluyordu tanrı aşkına. *

Ben daha bir şey söyleyemeden yanağıma bir öpücük kondurdu. Sonra kulağıma eğilip;

"Seni ve senden yediğim dayakları çok özleyeceğim. Kendine dikkat et." dedi. Bende kafamı sallayıp gülerek cevap verdim. O uzaklaşırken bisikletimi açtım ve sürmeye başladım. Evin önüne geldiğimde son günüm olduğunu hatırladım, aklıma gelen çılgın fikirle bisikletimi Les Quais'e doğru sürmeye başladım. Bu güzel şehre ona uygun bir şekilde veda etmek istiyordum. Les Quais'e vardığımda yürüyüş yolu boyunca bisiklet sürdüm. Sağımda nehir solumda binalar saati aldırmadan bisiklet sürdüm, dondurma yedim, müzik dinledim. Hava açık olduğundan gökyüzünü izlemek için bir sonraki durağım Gambetta Square'di. Gambetta Square'i görünce kendimi çimlere bırakıp kulaklığımı taktım.

*Fransa'yı bırakıp Amerika'ya nasıl gideceğim bilmiyordum. Açıkçası Yale Üniversitesi'nden mektup geldiğinde hem sevinmiş hem üzülmüştüm. 17 senedir deli gibi merak ettiğim ve Yale'e başvurmama neden olan o olayı çözmek için Amerika'ya gitmem gerekiyordu. Yaşadığım bu güzel yeri bırakıp gökdelenlerle dolu, insanlarını bile bilmediğim Amerika'ya gitmek baya bir zor olacaktı, hayallerimi gerçekleştirebilecektim belki ama Fransa burnumda tütücekti. Tabiki bunları göze alarak başvurmuştum o üniversiteye burayı bırakıp gitmeyi göze alarak, 17 senelik yaşam düzenimi bozmayı göze alarak...*

Elimde olsa bütün gece burda kalırdım, bu güzel havayı içime çekerek uyumak isterdim. Ama tabiki de böyle bir şey olamazdı. Kafamı yavaş yavaş çimlerin üstünden kaldırarak etrafa baktım. Sonra derin bir 'of' çekerek ayağa kalktım. Bisikletime binip Gambetta Square'den çıkarak eve doğru sürdüm. Eve gelince bavul ve pasaportumu girişe koyarak uyumak için aşağıya odama indim. Ev çok sessizdi, buna alışkın değildim. Tam gideceğim hafta annemin iş seyahatine çıkması beni yanlız hissettiriyordu. Genelde yanlızlığı severim ama bu biraz fazlaydı. Hemde gideceğim hafta, bu duygusal ruh halindeyken bu yanlızlık kaderin bana 'Amerika'da da böyle olacaksın' diyip arkasından şeytani bir kahkaha atmasıydı ya da ben bu duygusal ruh halindeyim diye bana öyle geliyordu. Eve geldiğimden beri çıkarmadığım kulaklığımı odanın köşesindeki baterimi görünce çıkardım.

*Odama gelince her şeyi daha iyi anladım, Fransa'yı ve bu evi bırakıp giderken arkamda bırakacağım en değerli eşyam baterimdi, anneme ne zorluklarla aldırtmıştım. Şimdi ise bir üniversite için onu bırakıyordum...* 

Saati aldırmayarak bagetleri elime aldım.

*Ne zaman okuldan eve sinirli gelsem kendimi bagetleri tutarken bulurdum. Ne zaman bir şeye sevinsem elimde yine bu bagetleri bulurdum.*

Beynimde öyle düşünceler dönüyordu ki sanki Amerika'da bateri yoktu, sanki Amerika'ya değilde bilinmez bi yere gidiyordum. Bateriyi öğrendiğimde çaldığım ilk şarkıyı-a chance encounter-yine çalarak bok gibi olan psikolojimi daha bok bir hale sokuyordum. Çalmayı bitirdikten sonra bagetleri bir kenara bırakarak kendimi yatağıma attım, düşüncelerimi bir kenara bırakarak uykuya daldım.

Sabahın ilk ışıklarında gözlerimi açmak isterdim fakat alarmımı kurmadığım için uçağa 2 saat kala kalktım. Uyandığımda Fransa bana çok güzel bir 'veda öpücüğü' hazırlamıştı. O güzel Fransa'nın güzel havasını bulutlar kapatmış, yollarını yağmurlar ıslatmıştı. 'İşte giderken olabilecek en güzel şey' dedim kendi kendime. Yolum uzun süreceği için kahvaltı ve hazırlanmaya fazla zaman harcamadan evden çıktım. Evden çıktıktan sonra son bir kez evime bakarak taksi tutmak için caddeye çıkacaktım ki bagaj kapısının önündeki bisikletimi görünce duraksadım. İçimden gidip üstüne atlayıp, sarılıp, öpüp, koklayıp öyle gidesim geldi fakat sadece bakıp gülümsemekle yetindim.

Aceleyle ana caddeye çıktığımda gelen ilk taksiye atladım. Yol boyunca dışarıyı seyrettim.

*Yağmurlu günler Fransa'nın en hüzünlü olduğu günlerdi ve ben yağmurlu bir günde içim hüzünle doluyken Fransa'yı bırakıp gidiyordum.*

Havalimanına gelince bavullarımı kontrolden geçirdikten sonra çevremdeki insanları ve onların yakınlarını görünce kendimi daha bi yanlız hissettim. O sırada suratımdaki yanlızlık ifadesinin insanlardan iğreniyormuş tarzı bi hal aldığını farkederek, bakmayı kestim ve uçağa bindim. Yerimi bulduktan sonra kafamı arkaya koyarak kalkışı beklemeye başladım. Pilotun sesini duyunca artık her şey daha da ciddileşmişti. Kalkış gerçekleştikten sonra Edgard'ın verdiği pakedi hatırlayarak çantamdan pakedi aldım. Pakedin ambalajını hızla açtım, içinden çıkan şey beni gerçekten gülümsetmişti. Edgard bugüne kadar çekildiğimiz fotoğrafların olduğu bir albüm hazırlamıştı ve altına küçük notlar bırakmıştı.

*Sonunda babamın eşyalarından sonra, sonsuza kadar saklayacağım bir eşyam daha olmuştu.*

Albüme baktıktan sonra son sayfasına koyduğu küçük notu okudum. Artık kendimi Amerika için tam olarak hazır hissediyordum.

*Evett, bunu yapabilirim. Bekle beni Amerika!!!*

Farklı DoğanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin