Bölüm XXX

213 16 9
                                    

           

Hoseok yine beni bulmuş dememi beklerdiniz ama çok şükür ki beni bulan Hangmin'miş. Nasıl rahatladığımı size anlatamam... Misafir odasından çıkıp mutfağa yanına gidiyorum.

"Seni bulduğumda yerdeki betonlarla Jaebum'muş gibi konuşuyordun." Yüksek sesle gülüyor.

"Gülme, beynim zonkluyor. Hatta fısıldayarak konuş lütfen..." Başımı tutuyorum gözlerimi acıyla yumarken. "Ayrıca ha beton ha Jaebum... Eskiyi yâd etmişimdir."

Hangmin yine minik bir kahkaha atıyor. Beynim resmen acıyor. Halbuki içerken ne kadar da iyiydi hissizleşmek... "Dün gece neler oldu? Lütfen fısıldayarak anlat."

"Önce bana telefon geldi senden, açtım ama sen konuşmuyordun. Barmene aratmışsın. Beni mekana çağırdı ve gelip seni almamı söyledi. Olay bu."

"Seni niye aratmışım?" Sonuçta Jooheon'u da aratabilirdim.

Tek kaşını kaldırıyor. "Tam olarak söylediklerini aktarıyorum: Merhaba Hangmin Bey, arkadaşınız sizi aramamı söyledi, sanırım evi buraya en yakın olan sizmişsiniz. Şu anda başkasını arayamazmış ve kusması gerekiyormuş. Gelip onu buradan alabilir misiniz? Ben konum atıyorum şimdi."

"Kusmuş muyum?" Önümde duran şişedeki suyu kafama dikip çölden çıkmış susuz kalmış bedevi gibi içiyorum.

"Kusmasan şu an komada olurdun büyük ihtimal. O kadar çok içilir mi be Jack? Ne derdin vardı?"

"Ne sen sor, ne ben söyleyeyim."

Elini güven verircesine omzuma koyuyor. "Konuşmak istediğinde buradayım, biliyorsun. Hadi şimdi çıkıp kahvaltı edelim."

"Yok, ben artık eve gideyim. Annem kaç gecedir meraktan çıldırmıştır artık. Onu bir görmüş olurum. Her şey için teşekkür ederim, sana minnettarım." En içten şekilde gülümsüyorum. Odaya geri dönüp giyindikten bir süre sonra kendimi evde buluyorum.

Annem meraktan çıldıracak halde olsa bile bana ılımlı yaklaşıyor ve gelip saçımı okşuyor. "Jackie... Nerelerdesin sen?" Yüzüme dikkatlice baktıktan sonra kaşlarını çatıyor. "Ne oldu? Konuşmak ister misin?"

"Annem... Zamanı gelince anlatıcam ama bana biraz..."

"Tamam oğlum. Sadece... O'nunla ilgili, değil mi? O çocuk?"

Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum, tek kelime daha etse patlarım, o derece. Başımı sallamakla yetiniyorum. Keşke anlatabilsem sana her şeyi şimdi...

Ama anlatamıyorum. Kendime de anlatamıyorum. Sanki sadece birkaç saat içinde dünyam başka bir galaksiye taşınmış, ben de o galaksinin havasını solumaya çalışırken boğulmuşum gibi. Ama ölmedim, sadece koma halinde bünyemi o havaya alıştırıyorum.

Özlüyorum. Sadece birkaç gündür görmüyorum onu ama delicesine kavruluyor yüreğim. Her yerimden yanık kokuları alıyorum, dokunduğu her yerimden. Küllenmeye başladığımı hissediyorum.

Akşamına, derdimi paylaşabileceğim ikinci insanın yanında alıyorum soluğu: Alice... Ben ağladıkça o susuyor, o konuştukça da ben sakinleşiyorum. Onunla konuşmak o kadar iyi geliyor ki...

"Ama sen yalan söylediğin için senin yanında değilim Jackson. Sadece dostun olarak yanındayım. Yaptığın yanlışı bildiğin için ve acısını kat be kat çektiğin için... Hiç mi konuşmadınız o günden beri?"

"Aramadım ki."

"O zaten aramaz... Ama yine senin gitmen gerekecek onun ayağına, biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum ama artık geri dönüşü olur mu bu ilişkinin, onu bilmiyorum."

"Hoseok'la konuştun mu?"

Bir anda aydınlanmış gibi ona bakıyorum, korkuyla. "Hayır... Ayrıldığımızı öğrenmiştir umarım yoksa babam çoktan öğrenmiştir..."

"Öğrenseydi zaten çoktan anlardın. Bence ara ve öğren."

"Dalga mı geçiyorsun? O çocukla iletişim kurmak istediğim en son şey."

"Yine de kaçarın olmadığının farkındasın, değil mi?"

Başımı sallayıp telefonumu elime alıyorum ve o lanet olası numarayı bulup o döl israfını arıyorum.

"Alo? Hos..."

"Hoseok Bey'i mi aramıştınız?"

Telefonun diğer ucundan duyduğum kız sesiyle şaşırıyorum. "Evet, kiminle görüşüyorum."

"Ben hemşire Taena, Hoseok Bey şu an acil servisimizde."

Daha da çok şaşırıyorum. "Hangi hastane?"

Hastaneye doğru aceleyle yola çıkıyorum. Bu işte yanlış bir şey var, şu an onun yanına gidiyor olmamda da, onun hastanede acil serviste yatıyor olmasında da...

Bu düşünceler arasında kendimi hastanede buluyorum. Yanımda Alice de var. Girişte resepsiyonda ismini sorgulayıp yerini öğrendikten sonra hemen onun yanına koşturuyorum. Yani telaşlı falan olduğumdan değil, gerçekten ne oldu da buralara düştü onu merak ettiğimden.

Bakıyorum, hiç de bilinci kapalı değil gibi, serum bile takılmamış, hayır o zaman ne oldu da acile geldin? Hadi geldin diyelim, madem gayet iyi haldesin, telefonunu niye hemşire açıyor? Yanına yaklaşıyorum bunları sorgulamak için.

Alice bir anda kolumu tutuyor. "Jackson..." Resmen fısıldıyor gibi adımı. Ben de ona dönüyorum. "Noldu?"

Alice gözleriyle bir yeri işaret ediyor. "Şurda yatan... Jaebum mu?"

ANALOG - JackbumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin