Bölüm XXXII

194 16 2
                                    

"Canım acıyor. Başka ne yapabilirim ki. Yanında olsam da olmasam da acıyor. Ben bu araftan kurtulmak istiyorum."

Tam bir şey söyleyecekken hemşire geliyor. "Sizin sonuçlarınız gayet iyi Jaebum Bey, serumunuz bittiğinde çıkışınızı yapabiliriz. Darbe aldığınız bölgeler ağrıyabilir, bunun için ağrı kesici yazdık. Çok kötü hissederseniz tekrar gelin lütfen ama korkulacak bir durum yok. Tekrar geçmiş olsun." Elindeki reçete kağıdını uzatıp gidiyor.

Tekrar yüzüne bakıyorum. "Bir şey söylemeyecek misin?"

"Burası yeri değil, hastanedeyiz. Ayrıca gerçekten ben bu haldeyken mi konuşmak istiyorsun?"

"Kendini mi acındırıyorsun sen? İnan bana senden daha kötü haldeyimdir, istersen hiç yarıştırmayalım?"

Yarım ağızla iğneleyici şekilde gülümsüyor. "Kendimi acındırmak mı? Sadece ortamın ve durumumun iyi olmadığını anlatmak istedim, sen konuyu nerelere çekmeye çalışıyorsun? Dünyanın sadece senin etrafında döndüğünü mü sanıyorsun? Beni kendinle karşılaştırıyorsun. Gerçekten bu hale mi geldin? Seni tanıyamıyorum Jackson..."

Kahretsin! Kahretsin! Çok haklı, ne diyebilirim ki. İşte bende de burada ipler kopuyor, bir anda kendimi kucağına kapanmış hıçkırırken buluyorum. Deli gibi ağlıyorum. Krize girmemek için kendimi sıkıyorum, durdurmaya çalışıyorum ağlamamı. Bir süre sonra omzumda elini hissediyorum. İçimi çekiyorum. Eli saçlarıma kaydığında daha çok krize girme isteği gelse de sakinleşmeye çalışıyorum. Parmaklarını saç köklerimde gezdiriyor. Sonsuza dek böyle kalabilirim. Sonsuza dek hep Jaebum'la kalabilirim ama artık bu mümkün mü, bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Tek bildiğim sadece onun yanında olmak istediğim. Öpemesem de, koklayamasam da, sarılamasam da... Sevmek sadece bunlar değil, yanında olmasan bile kalbinin her an onun için çarpması. Sevmek çok farklı, aşk ise daha çok...

Sakinleşip kendime geldikten sonra kucağından kaldırıyorum yüzümü, o da nazikçe çekiyor elini. Hala nazik olması içimi kemirerek yiyip bitirebilir. Aslında haşin davranışlar bekleyebileceğiniz bir erkek olmasına rağmen sevmenin onu böyle bir insan yapması işte... Kalbim böyle güzel duyguları kaldıramazken ondan mahrum kalmak canımı çok acıtıyor. Yine de yanında olduğum için bu duyguları biraz olsun kenara bırakıp ona odaklanıyorum.

Hıçkırıklarımın arasından "özür dilerim." Diyorum. Gözlerini kapatıp hafifçe başını sallıyor.

Bir saat sonra ise serumu bitiyor, ben de gidip acil doktoruna haber veriyorum ve gerekli işlemlerini hallediyorum. İşim bittikten sonra Hoseok'a bakıyorum, uyanmış. Jaebum'un yanına dönmeden önce hemen yanına uğruyorum.

Beni görünce gözleri faltaşı gibi açılıyor. "Jackson..."

"Keşke uyanmasaydın, hem de hiç..."

Başka hiçbir şey söyleyemeden yanından gidiyorum yoksa elimden bir kaza çıkacak.

Jaebum da hazırlanmıştı. Hemen yanına gidip kolumu beline sarıyorum.

"Jackson, sırf bana dokunmak için fırsat mı yaratmaya çalışıyorsun?" diyor kolumu belinden çekmeye çalışırken.

Gerek yok, bu sözün üstüne ben zaten sana dokunmam bile. Neydi yani bu şimdi? Evet, belki öyle ama... "Şu an acil servisindeki hasta yatağından yeni kalkıyorsun, dengeni sağlayamayabilirsin, başın da dönebilir. Sana dokunmak gibi bir derdim yok. Bunu neden söyledin ki şimdi?"

"Sana karşı koyamayıp seni affedeceğimi falan sanma diye. Anlıyor musun? Desteğin için teşekkürler ama, yapma. Yardıma ihtiyacım olursa söylerim."

"Ben gidip taksi çağırayım." Artık onun yanında olmak da acı vermeye başlıyormuş gibi hissediyorum, resmen beni istemiyor! Bir yerlere gidip sesim kısılana kadar bağırmak, çığlık atmak istiyorum. Yanından ayrılıp en azından bu kırıcı sözlerine maruz kalmıyorum ve dışarda hemen taksi buluyorum. Ben peşimden geleceğini zannediyordum ama arkamda hiçbir yerde onu göremiyorum. İçeri geri dönüp ona bakıyorum ama... Yok! Gitmiş! Her yere bakıyorum, Hoseok'un olduğu tarafa bile ama, yok! Tuvalete gidiyorum, yok, resepsiyona ve doktorlara, hemşirelere de soruyorum. Yok yok yok! Yer yarıldı da içine girdi sanki derdim ama galiba yerin yarılmasını beklemekle uğraşmamış sanırım çünkü şu an şu sinirle ben yararım ancak! Resmen benden kaçmış! Neredeyse yarım saate yakın onu arıyorum, bekliyorum, en sonunda bulamayınca ve göremeyince pes edip gidiyorum. Madem paşamız kaçmış, ben de umursamıyorum. Hiç gerek yok maceralara, ne hali varsa görsün!

Eve gittiğimde annem beni görünce yüzüme korkmuş gözlerle bakıyor. "Jackie... Artık ne olduğunu anlat lütfen annecim, seni böyle görerek ben daha çok perişan oluyorum." Sesi titriyor.

Onu bu halde görünce dayanamayıp koyuveriyorum ben de kendimi. Babam da olmadığı için rahatça ağlıyorum. Annem de benimle ağlıyor. Neredeyse saatler geçmiş gibi hissettiren bir iç boşalmasından sonra sakinleşiyorum. Hıçkırıklarım geçtikten sonra anneme dönüyorum.

"Biz o çocukla ayrıldık. Ama ayrılmamızın nedeni benim. Ona yalan söyledim. Çünkü Hoseok gerizekalısı aramıza girdi, beni tehdit etti. Çocuk ilişkimizin açığa çıkmasından korkuyordu ve Hoseok da bu durumu kullandı. Bu yüzden bana, ayrıl yoksa herkese anlatırım, dedi ve ben de bunu ona hissettirmemeye çalışırken yalan söylemek zorunda kaldım. O da yalanımı anlayıp benden ayrıldı. Bugün hastaneye kaldırılmış çünkü Hoseok onu dövmüş! Ona yardım etmeye çalışırken beni reddetti, kalbim kırıldı. Sevgi her şeye yetiyor anne ama aşk her şeye yetmiyor. Kalp en kolay sevdiğin insan tarafından kırılıyor..."

Omzumda olan kolunu boynuma sarıp beni kendine çekiyor ve sımsıkı sarılıyoruz. "Şu hayatımda çok kişiye aşık oldum ama baban farklıydı. Bak, şimdi hayatım sadece onunla ve sizinle. Gerçekten aşkını hak ettiğini düşünüyor musun oğlum? Anladığım kadarıyla o çocuk önce kendisinden sonra da aşktan korkuyor. Yani sana hak ettiğin değeri verecek mi?"

"Veriyordu. Seviyordu anne... Kendim öyle görmek istediğim için değil, öyle olduğunu anlıyordum. Çünkü bazı şeyler anlaşılır, karşılıklı olduğunda... Bilmiyorum, belki de değildir..."

"Biliyor musun, ben ve baban bir kez ayrılmıştık. Sadece bir yanlış anlaşılma yüzündendi, sebebini bile hatırlamıyorum, o kadar önemsizdi yani. Sonra ben babana bir mektup yazdım, çünkü karşısına çıkıp konuşamayacak kadar kızgındım ona. Bir de ben öyle duygularımı sözlü olarak ifade edemezdim pek ya da çok doluysam dilime gelmezdi söylemek istediğim her şey. Ben de sayfalarca mektup yazdım, döktüm içimi. O da mektubu aldığı günün akşamı geldi kapıma ve barıştık. Sadece iki kelimenin gücüyle: 'Seni seviyorum.' O kadar çok duyguyu saklar ki altında bu iki kelime... O sayfalarca mektubun cevabının bu kadarcık olması değildi olay artık, yanımda ve kollarımda olmasıydı. Sen de yaz bir mektup ve bak durumuna. Belki sizin çağınız olduğu için mesaj ya da e-mail atarsın ya da lazerlerle gökyüzüne falan yazdırırsın ama yap bunu. En azından içinde kalmaz. Çünkü anladığım kadarıyla seni dinlemek istemiyor. Dinlerse yelkenleri suya indirecek ve yalan söylediğin için suçun yanına kar kalacak diye olabilir. Sana yalan söylemeyi biz öğretmedik; ama yanlışının sonucunu ağır ödemişsin. Şimdiyse bu durumu nasıl düzelteceğini öğretebilirim. Düzelir ya da düzelmez, o artık karşındaki insana bağlı... Onu kaybetmek istememen kadar doğal bir şey yok, elinden geleni yap. Benim Jackie'm bunu yapar."

Ben hayatımda bu kadından daha fazla hiç kimseye, hiçbir şeye minnettar olamam. Hayatımdaki en büyük şans, annem... Belki öz annem de böyle bir kadın olurdu ama bu kadının yeri çok ayrı. Öz annemi aratmadığın için sana binlerce kez teşekkür ederim annem...

Dediğini yapıp bir mektup yazmaya başlıyorum.

ANALOG - JackbumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin