Bölüm XXXIV

221 17 3
                                    

"Ne?" Nasıl yani? Elf kulaklarım benimle oynamıyordur, değil mi? Akıl sağlığı mı?

"İçeri geçelim, her şeyi anlatıcam."

İçeri geçmek mi? O eve bir daha girebileceğimi –en azından bugün- düşünmüyordum. İyi bakalım, gidelim.

O kadar huzursuz ve rahatsız duruyor ki yanımda, sevgilim olan değil ondan önceki Jaebum'u mumla ararım yani...

Sonra noluyor dersiniz? Tabii ki kapıya geldiğimizde mektubu görüyor, e doğal olarak. Kapının yanından alıp bana dönüyor ve sorgulayıcı gözlerle bakıyor. "Emanetim buydu sanırım."

Gözlerimi kapatıyorum. Utanç duyuyor olabilirim, birazcık. Kafamı sallıyorum.

Onun da dudaklarının hafifçe öne çıktığını görüyorum. Bu mimiğiyle "peki o zaman" demek istiyor sayın okuyucularım.

İçeri geçerken mektubu cebine sıkıştırıyor. "Bir şeyler içer misin?"

Ahh nerde bana eve girer girmez aç olup olmadığımı soran Jaebum... Şimdi bir şeyler içer misin diyor, aşırı samimiyetsiz.

"Hayır, şu meseleyi bir an önce anlatır mısın?" Kaşlarımı kaldırıp ona bakıyorum. Ve içeri girdiğimde gördüğüm manzara karşısında ağzım açık kalıyor: Kedi almış! Resmen kedi almış! Hiç de demezsiniz kedi insanı falan diye... İşte şaşkınlığımı siz tahmin edin! Ben yokum diye mi yani tüm bunlar?

Başını sallıyor ve eliyle koltuğu gösteriyor. "Otur." Ben dediğini yaptıktan sonra o da karşımdaki koltuğa geçiyor.

"Geçen haftadan beri onu takip ediyorum, tabii ki gizli gizli değil, neler yaptığından haberim olması adına. Yani o da benim farkımdaydı. Her neyse, bir gün ne olduysa intihara kalkışmış, ilaçlarla. Sonra hastaneye kaldırıldı ve orada 'bipolar bozukluk' olduğu ortaya çıktı. Öncesinde belirtileri varmış ama ilaçlarla dengeleniyormuş yani normal hayatına devam edebiliyormuş ama o ilaçları ölmek için kullanmaya karar verince dengeler akıl hastanesine kaydı."

Ağzım açık onu dinliyorum. Bu psikopat tavırları boşuna değilmiş demek. Kendine olan güveni, benim onu sevebilmemi geç, ondan hoşlanabileceğime olan inancı... İşte hayat bir şekilde dengeliyor yaşamları. Sen benden en değerli varlıklarımdan birini çaldın, o zaman senin de hayatın elinden çalınır ve tamamen başka birine dönüşmek zorunda kalırsın. Açıkçası umrumda bile değil, ölmesini bile isteyecek kıvama gelmiştim ben hatırlarsanız. Yine de iyi ki o kadar olmamış, ucuz kurtarmış. Her neyse, şu an Jaebum tepkilerimi inceliyor.

"Bir şey demeyecek misin?"

"Ne diyebilirim ki? Hem şaşırdım hem de memnun oldum açıkçası bu durumdan."

"Ben ondan şikayetçi olabilirdim, geçen hafta bana saldırdığı için hastane polisi gelmişti ama iş bana kalmadan o kendisi halletti bir yerlere tıkılmayı."

"Bir hasta için her ne kadar bu kelimeleri kullanmak yanlış olsa da... İyi ki de tıkılmış oraya! Maruz kaldığım- kaldığımız en büyük belaydı."

Başını sallıyor. Bir süre sessizleşiyoruz. Yine çok uzun sürmeden sessizliği merakımla ben bozuyorum. "Daha anlatacağın detaylar var mı, yoksa ben gideyim. Arkadaşlarım bekliyor."

"Benim anlatacaklarım bu kadar ama galiba senin anlatacakların varmış."

Anlamamış şekilde kaşlarımı çatıyorum. O da cebinden mektubumu çıkartıyor. Tabii ya, nasıl anında aklımdan çıkabiliyor ki şu illet?

"Okumamı ister misin?"

"Senin okuman için yazdım, çöpe atmanı ya da yakmanı falan istemem."

"Hayır, demek istediğim, sen burda yazdıklarını şimdi yüz yüzeyken söylemek istemez misin?"

"İstemem Jaebum, umarım okursun." Sinirlerim o kadar geriliyor ki, içimden yine kopup ağlama hissi geçiyor ve çenem titrerken ve o aklımı sorularıyla karıştırırken anca böyle bir karşılık verebiliyorum ona. O sırada da ayağa kalkıyorum. "Ben şimdi gidiyorum. Görüşürüz... ya da görüşmeyiz. Artık orası sana kalmış."

"Emin ol görüşürüz."

Ne demek istediğini inanın ben de bilmiyorum. Eminim görüşürüz Jaebum, evet, ama benim demek istediğim tamamen olumlu anlama bağlanandı. Her neyse. Lafı çok uzatmadan kapıdan çıkıp gidiyorum ve arkadaşlarımın kollarına atıyorum kendimi. Yine kamp grubu bir aradayız. Onlar içki içerken ben sadece asitli içecekler içmekle yetiniyorum, içkiyle pek aram olduğu söylenemez, yani dünyamı sarsarcasına sarhoş olduğum günden beri en azından... Yemeklerimizi de yedikten ve güzel bir kafa dağıtmanın ardından kalkıyoruz. Jooheon ve ben Alice'in arabasına biniyoruz, o bırakacak bizi. Yolda da onlara Hoseok'la ilgili öğrendiklerimi ve hislerimi anlatıyorum.

Onların da tepkisi benden farklı olmuyor. Önce şaşkınlık, sonra hak yerini bulmuş tepkisi.

"İyi olmuş desem ayıp olmaz sanırım. Sizin hayatınızı mahvetmeden önce düşünseydi bunları. Oh olmuş." Alice gözlerini yoldan ayırmadan gayet de güzel döküyor içini. Duyguları oldukça açık ve diline düşkün bir kız, aynı benim gibi... Jooheon da küfrediyor ölümüne ama kısa süre içinde sakinleşiyor. Sonra ben de sinirim bozulunca gözlerimden yaş gelene kadar gülmeye başlıyorum. Alice ve Jooheon da bana katılıyor. Hep beraber gülüyoruz. Önce Jooheon gidiyor ve biz de Alice'le kalınca müzik çalardan sevdiğimiz en coşkulu müzikleri açıp arabanın içinde çıldırıyoruz. Uzun zamandır böyle güzel stres atmamıştım, o kadar iyi geliyor ki gülmek ve eğlenmek. Galiba bunda Jaebum'la olumsuz bitmeyen bir görüşme yapmamın da etkisi var.

Sonrasında eve varıyoruz. Arabadan inmeden Alice'e sarılıyorum ve teşekkür ediyorum, her şey için. Hep yanımda ve dostum olduğu için...

Gülümsüyor. "Hadi hadi romantiğe benimle bağlama, başkalarına sakla." Göz kırpıyor.

"Bu dediğine inanıyor musun gerçekten?"

"Evrenin sana yolladığı mesajlar bana geliyor sadece, inanmak değil yani, olacak bir şeyi aktarıyorum."

"Her neyse, iyi geceler."

Kapıyı kapatıp el sallıyoruz birbirimize ve uzaklaşıyor. Ben de anahtarı montumun cebinden çıkarıp yine ve yine annemle babamın şehir dışında olup beni yalnız bıraktığı evime giriyorum.

İçeriden bir silüetin geldiğini görünce elim ayağıma dolaşıyor ve hemen kapının yanındaki şemsiyeyi alıyorum. Hırsızı böyle alt edebilir miyim emin değilim ama sonunda o dövüş dersleri işe yarayacak gibi...

Ama ben tam ona vurmaya hazırlanırken gördüğüm tanıdık yüz Jaebum'unki oluyor...

ANALOG - JackbumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin