3.6

6.8K 443 150
                                    


Elimdeki defterin bir diğer sayfasını daha koparıp buruşturdum ve rastgele arkama savurdum. Aklıma gelen herhangi bir şey yoktu, hiçbir şey.

Bomboştum.

"You will be mine..." Aklıma gelen sözlerle gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Kendi sözlerimi bulmam gerekiyordu, onun bana yazdığı şarkıdaki sözleri değil.

Kalemin ucu onuncu defa kırılırken arkasına basıp ucun çıkmasını bekledim fakat uç bitmişti, sinirim de hemen onun ardından gelmişti. Oflayarak kalemi masaya fırlattım ve sandalyeden kalkarak mini barın bulunduğu bölüme doğru ilerledim.

You will be mine. Only mine, baby...

Mini buzdolabını açıp eğilerek ne olduğunu yoklarken masanın üzerinde duran telefonum tekrar titremeye başladı; ve on üç saniye sonra durup ekranı tekrar karanlığa boğdu.

Kaçıncıydı bu titremesi? Hatırlayamıyordum, çalmasına o kadar sinir olmuştum ki sonuç titreşime almakla bitmişti.

Elime bir şişe bira alıp kapağı ayağımla iterek kapattım ve sandalyeye geri oturdum. Hissizdim, boştum; yaşayan ölüden farkım var mıydı?

Biranın kapağını döndürürken kenarda duran gitarım beni selamladı. "Seni aksattım, değil mi?" dedim şişeden birkaç yudum aldıktan sonra. Yüzüm dilimde hissettiğim acı tat ve boğazımdaki yanmayla ekşirken sonunda kafayı yediğimden şüphem yoktu. "Kusura bakma... Onun hediyesisin, sana dokunamam ki..."

İçimde hissettiğim burukluk ağır geliyordu. Onu haftalar sonra görmek ve hiçbir şey yapamamak... Ağırdı.

Acıtıyordu.

Dolan gözlerime ister istemez lanet yağdırdım, şu an olmazdı. Gözlerim önümde boş duran defter ve benim için yapılan özel tasarım gitar arasında gidip gelirken şişeden son yudumumu alıp bir köşeye attım ve kırılan cam seslerinin yarattığı tanıdık anıyla beraber gözümden bir yaş firar etti.

Acı çekiyordum.

Ciğerlerime kızgın bir demir sokuyorlardı da, nefes almamı engelliyorlarmış gibiydi.

Bu his... Neden bu kadar acımasızdı ki?

Defteri sinirle kapatıp en uca doğru iterken tekrardan titremeye başlayan telefonumla birlikte öfkem galip geldi.

"Ne var, ne! Bir rahat bırakamadınız!" Telefonu masadan alıp sinirle duvara attığımda duvara sertçe çarpıp odanın bir köşesine savrulmuştu.

Keşke duygular da böyle olabilseydi... Kolayca atılabilen ve susabilen.

-

"Bu gün son gün, şimdiden bittim," diye hayıflanan Jennie'nin omuzlarını sıkıp saçlarını geriye alırken bir yandan hava alması için dergiyle onu yelliyordum. Solo performansı onu fazla yormuştu.

"İyi iş çıkardın, tebrik ederim."

"Cidden iyi miydi Chaeng?" diye sordu fakat gözleri yorgunluktan kapanacak raddedeydi. Sırtını koltuğa yaslayıp yanından ayrılırken bize doğru elinde üç kahveyle gelen menajere minnetle baktım.

"Evet! Seul'ün ikinci günü bitti! Sizi tebrik ederim kızlar!" Neşeyle şakırken yüzümü buruşturup kahvemi aldım. Neden bu kadar sevinçliydi ki? Hepimizin üzerinden tır geçmişti, bence bu kadar sevinç fazlaydı. "Başkanla yarın toplantınız var, şimdi yurda dönüp dinlenebilirsiniz! Ah, Jisoo, benimle gelir misin?"

red | jungkook • roséHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin