1.BÖLÜM
Osman Bey yine avdaydı. Zaten en çok zevk aldığı işlerin başında bu geliyordu. Neredeyse her hafta ava giderdi, bazen tek başına bazen oğullarıyla. Bu kez tek başına avlanıyordu Osmanlı beyliğinin hükümdarı. Tam okunu bir ceylana doğrultmuş ve hedefine kilitlenmişken atların nal sesleri sanki yer yarılıyormuşçasına bir his veriyordu kendisine. Ürken ceylan hızlıca gözden kaybolmuş, Osman Beyin içini bir endişe kaplamıştı. Muhafızlar hemen Osman Beyin etrafını sarmış, kınlarındaki kılıçlarını kavramışlardı. Yaklaştıkça daha çok belli oluyordu bunların Osmanlı askeri olduğu lakin yine de tedbir elden bırakılmadı. Iyice yaklasıp durunca atlarından indiler ve Osman Beye doğru yaklaşıp en öndekileri elini heybesine attığı an muhafız başı bağırarak “derhal elini heybeden çek aksi takdirde müdahale etmek durumunda kalırım” kılıçlar çekilmişti. Yabancı asker elini yavaşça çekerek Osman Beyin önünde eğildi ve “Beyim bağışlayın kim tarafından gönderildiğimi söylemeyi unuttum. Beni Şehzade Orhan hazretleri gönderdiler size bu mektubu ulaştırmam için” deyince muhafızlara emir verdi Osman Bey “ indirin kılıçlarınızı”. Bir muhafız ulağın elinden parşömeni alıp Osman Beye götürdü.
“Osmanlı hükümdarına saygılarımla
Beyim izin verirseniz Konya’ya gelip yüzümü ayağınızın tozuna sürmek isterim
Hem uzun zamandır devlet meselelerini konuşamıyoruz hem de siz, validem ve kardeşlerimle hasret gideririm.”
Osman Bey mektubu okuyunca hafiften gülümsedi ve derhal toparlanılıp Konya’ya gidilmesini emretti. Aynı günün akşamı Konya’daydılar. Osman Bey hemen odasına geçip kâğıdın başına oturup Şehzade Orhan’a cevap mektubunu yazdı.
“sancağındaki işlerini yoluna koyup başına güvendiğin birini
bıraktıktan sonra kısa süreliğine gelebilirsin”
Mektubu parşömene koyup ulağa teslim ederken “ne kadar çabuk teslim edersen o kadar çok bahşiş alırsın” dedi.
KAYSERİ
Şehzade Orhan, sancağında henüz taze olmasına rağmen işe koyulmakta gecikmedi. Kayseri’ye geldiğinden bir gün sonra devlet adamlarını toplamış ve sancağın eksikleri hakkında teferruatlı bir rapor istemişti. Şimdilerde Kayseri’ye ayak basmasının üstünden 4 ay geçmişti. Bu sürede tarım alanlarını geliştirmiş, yolları yaptırmış ve halkın ufak tefek sorunlarını çözmüştü. Halk henüz çok taze olmasına rağmen şehzadeden memnundu. Şehzade Orhan sarayının terasında meyve yerken almıştı babasının mektubunu. Hemen kapı ağasını çağırıp “derhal bana Mehmet ağa’yı çağırın” dedi. Kapı ağası yarım saat sonra Mehmet ağa ile birlikte şehzadenin kapısındaydı. Kapıyı çalıp içeri girdi Mehmet ağa. Biraz bakınıp odada kimseyi göremeyince terasa çıktı, Şehzade kollarını korkuluklara yaslamış şehri seyrediyordu. Mehmet ağa önünde eğildikten sonra
- Beni çağırmışsınız Şehzade hazretleri
- Yaklaş Mehmet ağa
- Bir süreliğine payitahta gideceğim. Senin benim yokluğumda şehri idare etmeni istiyorum.
- Emredersiniz şehzadem. Ne zaman yola çıkıyorsunuz?
- Yarın akşama doğru yola revan olacağım. Ertesi sabah da payitahtta olurum inşallah.
- Yalnız Mehmet, senden özellikle isteğim şey benim yokluğumu hissettirme. Ben varken ne yapılıyorsa, halka nasıl davranılıyorsa düzen aynı şekilde işleyecek. Aksi halde seni sorumlu tutarım.
- Şüpheniz olmasın şehzadem. Yokluğunuzu aratmayacağım.
Bu konuşmanın ardından Şehzade tekrar kapı ağasını çağırıp “ tez hazırlıklar başlasın, yarın yola çıkıyorum” dedi.
Şehzade Orhan babasının en büyük oğluydu. Osman Beyin Orhan’dan başka iki çocuğu daha vardı, erkek olan Murad, kız olanın adı ise Nefise idi.
Murad’ın büyüyüp ergin bir Şehzade olmasına sadece 2 yıl kalmıştı. İki sene sonra artık Osman Beyin bir kumandanı daha olacaktı. Şehzade Orhan kardeşini hiçbir zaman bir tehdit olarak görmemişti. Çevresindekiler ona sürekli Murad’ın büyüdüğü zaman kendisine taht yolunda bir tehdit oluşturacağını söylüyorlardı ancak Orhan küçük kardeşine karşı en ufak bir düşmanlık beslemiyordu.
Sabah odadaki pencerenin perdeyle kapatamadığı küçük bir delikten sızan kırık güneş ışığı gözüne vuruyordu Orhan’ın. Sabahın ilk ışıklarıyla yeni güne açmıştı gözlerini. Hemen giyinip kahvaltı bile yapmadan lalası Ahmet’in yanına gitmişti. Bu gün payitahta gideceğini, kendisinin de devlet işleriyle alakadar olmasını istedi.
Mevsimlerden son bahara girilmek üzereydi. Havalar iyice bozmuştu, Osman Bey artık ava daha seyrek çıkacaktı.
Şehzade Orhan ikindi namazını kılıp yola çıkmıştı.
Ertesi sabahın erken saatlerinde Konya sınırlarındaydı. Kahvaltıya yetişebilmek için biraz daha hızlandı, zira babasıyla uzun zamandır yemek yemiyordu. Nihayet sarayın kapılarındaydı artık. O büyük kapılar açılmış, sarayın bahçesine girmişti Şehzade. Atından iner inmez kardeşi Şehzade Murad karşılamıştı kendisini. Hasretle birbirlerine sarıldılar, Orhan kardeşinin biraz daha büyüdüğünü fark etti. Osman Beye haber verilmişti oğlunun geldiği, aslında o da özlemişti Orhan’ını. Şehzade Orhan vakit kaybetmeden babasının odasına çıktı. İçeri girip babasının elini öptükten sonra sarılıp hasret giderdiler. Birlikte terasta kahvaltı yaparken Osman Bey “bu yıl terasta yediğimiz son yemek, tadını çıkar Orhan’ım” dedi. Orhan kahvaltıdan sonra biraz daha kalıp babasından izin isteyerek istirahata çekildi. Yol yorgunluğuyla tüm günü uyuyarak geçirdi Orhan, zaten uykusuna da pek düşkündü. Ertesi sabah erkenden kalkıp sabah namazını kıldı. Giyinip odasından çıktı ve Osman Beyin odasına gitti. Sonra babasıyla birlikte en çok özlediği işi yapamaya başladı “DEVLET HAKKINDA KONUŞMAK”. Konuşmanın hararetli olduğu bir anda küçük Şehzade Murad geldi ve kendisinin de bu muhabbete dahil olup olamayacağını sordu. Orhan ve Osman birbirlerine bakıp tebessüm ettikten sonra Osman başını sallayarak izin verdi. Murad’ın yaşı küçük olmasına rağmen devlet meselelerine, özellikle de savaşlara oldukça meraklı olması Osman Beyin hep dikkatini çekmişti. Sanki 14 yaşında bir çocuk değil de koca bir devlet adamı gibi konuşuyordu. Şehzade Orhan uzun zamandır hiç sefer yapılmadığından yakınıyordu. Murad da aynı görüşteydi, düşmanların Osmanlı’nın gücünün tükendiğini düşünmesini istemiyorlardı. Osman biraz daha beklenmesi yönünde görüş bildiriyor “sabredin aslanlarım” diyordu. Bunların konuşulduğu sırada kapı çalındı ve kapı ağası nefes nefese kalmış elindeki parşömeni Osman Beye uzatırken “Beyim bu mektup Bizans sınırındaki gözcülerimizden geldi. Derhal okumanız gerekiyormuş” dedi. Odadaki herkes meraklanmış ve bir o kadar da şaşırmıştı. Osman Bey parşömeni açıp mektubu okuduktan sonra yüz ifadesi değişmiş, düşünceye dalmıştı. Şehzadelerin merakı iyice artmış nihayet Orhan “beyim kötü haber değildir inşallah” diyebilmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Büyük Osmanlı
Historical FictionMedieval II: Total War adlı oyundan ciddi derecede esinlenilmiştir :D kişi ve olaylar tarihten ilham alınarak KURGULANMIŞTIR. Şunu da özellikle belirtmek isterim ki ilk iki bölümden pek bir şey beklemeyin, yani genel olarak karakterleri tanıtma ve...