Hayatımın Demo'su

173 7 4
                                    

Saatin kaç olduğuna bakıyorum.. Eve gitmek için can atıyorum. Bu işi severek yapıyorum. Ne iş yaptığımı merak ettiyseniz ben bir doktorum. Yaklaşık 2 yıl önce, liseden arkadaşım-Duru- ile bir onkoloji hastanesi açtık. Bu bir dünya angaryaya sebep olmasına karşın hayatımızı yeni bir boyuta taşıdı. Her gelen hastayla beraber yeni bir acı öğreniyorsunuz. Hayatınızın sizin ellerinizde olduğunu sanıyorlar ama bizim işimiz bedenleriyle.

Duş aldıktan sonra kendime bir kahve yaptım ve elimde olmayarak bugünki hastam Serdar'ı düşünüyordum. Bugün hastanemize solunum şikayetiyle girişi yapılan 8 yaşındaki hastam. Vücudunun değişik bölgelerinde görülen kırmızı benekler dikkatimi çekti. Hastanın tıbbi geçmişini okuduğumda hepatoblastom tanısı konulduğunu gördüm. Yani kötu huylu kanser kitlesi. Ama bence solunum şikayeti dirençsizlikten değil başka bir sebeptendi. Diye düşüncelere dalmışken telefonuma gelen mesajla irkildim. 'heyy sıkıcı dünyandan biraz uzaklaşmaya ne dersin biraz koşu??' diyordu mesaj. Bu mesaj Yağız'dandı. Onu seviyordum ama aramızdaki şey ne arkadaşlık gibi ne de sevgili gibi. Takılıyorduk işte nokta! 'Tamam, 5dakikaya aşağıdayım' diye cevapladım. Geçen sene kendime akıllı yatak odası yaptırdım. istediğiniz kıyafeti duvara monte edilmiş ekrandan seçiyorsunuz yıkanmış ve ütülenmiş, ilaveten üzerine parfümünüz sindirilmiş olarak tavandan askılarla önünüze geliyor. Bunu yapma süresi 5saniye. Eee biz doktorların pek vakti yok özellikle de ek işiniz kattillikse...

Bu çocuk tam bir harika! Altında haki yeşil şortu kaslı bacaklarını daha bir çekici göstermiş. üstüne giydiği siyah t-shirt beyaz yüzüne çok yakışmış. Yanakları da biraz kızarmış, tatlı tatlı bana bakıyor. Sanki hiç umursamıyormuş gibi 'Merhaba naber?' dedim. 'İyilik ne olsun hadi başla' dedi koşmaya başladık. Koştuk, koştuk ve koştuk. En sonunda bir banka oturduk sodalarımızı yudumluyoruz. Ansızın bir soru 'Birine hiç güvendin mi?' Ne alaka diyesim geldi. 'Tabi ki' diye dökülüverdi dudaklarımdan. 'Peki bana güveniyor musun' dedi. Bu benim en yaralı konum zaten. Kimseye güvenemiyorum. Gelip geçici birkaç dostluğum oldu. Çoğu güvensizlikten yitip gitti. Ama birine sonsuz bir güven duymak ve de birinin size sonsuz güvenmesi dünyanın en güzel duygusu olsa gerek. Ama ben istesem de dürüst olamam. Her gece bir insanın bedeninden organlarını söküp derin dondurucuda sakladığımı kimseye söyleyemem. Bu şartlar altında da kimsenin bana dürüst olmasını bekleyemem. 'Hayır' diye cevapladım sorusunu. Bozuldu. Çaktırmamaya çalıştı. 'Hadi kalkalım' dedim. Daha eve gidecek ve Ali'yi parçalara ayırıp ihtiyacım olan böbreği ve de oniki parmak bağırsağını belki bir de kalbini alıp kalp canlılığını sürdürsün diye kalbe nikoexin enjekte edecektim. Beni evime bıraktı hüzünlü bir bakış fırlattı ve 'iyi geceler' dedi. Eveeeet, bugünün dersi her düşündüğümüzü ne yapmıyormuşuz, her an söylemiyormuşuz.

Life is Life.. Na na nanana! bu benim alarm sesim. Daha doğrusu akıllı yatak odam beni böyle uyandırıyor. Gözlerimi açıyorum ve kahvaltı tepsim bana doğru yaklaşıyor (bunu da akıllı odam hazırlıyor).  Tepsimde haşlanmış yumurta, tereyağ ve bal sürülmüş ekmek dilimi, peynir, zeytin ve çay. Ve tablet haline getirilmiş LSD(kuvvetli halüsinojen). Bunu kullanmazsam hayata tahammül edemiyorum. İnsani dürtülere sahipken başarılı olmak imkansız. Hazırlanıyorum ve Audi'mde son ses Ticket to heaven dinleyerek yola koyuluyorum. Geceden uykusuzum anlarsınız ya insan kesip biçmek ortalığı toplamak falan epey vaktimi aldı. Şimdi odama giriyorum ve çantamı koltuğa fırlatıyorum. Camdan görüyorum ki Harun elinde kahveyle odama doğru yaklaşıyor. Kahveye tamam ama Harun'a hayırr!! Güya yalakalık yapacak kahve getirmeler falan... Harun Duru'nun kuzeni. Hastaneye muhasebeci olarak aldık. Pişman olduk. Duru bu kadar çok görmeme rağmen tahammül edebildiğim tek insan. Beni ikna edebilen, mantıklı düşünen, hayatımı toparlayabilen tek arkadaş. Ailemden uzakta sığınabileceğim tek saklı köşem. Onunla sayamadığım yıllar kadar uzun süredir arkadaşız. Evlendi, bir güzel oğlu var adı Toprak. Kendi çocuğum gibi seviyorum. Ailesine özeniyorum içten içe de kıskanıyorum. Ama benim bir aile kurabilmem için önce içimdeki cinayet güdüsünü bastırmam sonra da kanlı ellerimi temizlemem lazım. Annem Ankara'da yaşıyor abim ve kız kardeşim de. Babamı kanserden yıllar önce kaybettim, onkolojiye bu yüzden yöneldim ya zaten. Onları olabildiğince hayatımdan uzak tutmaya çalışıyorum. Küçük sevimli yeğenlerimin benden korkmasını istemem çünkü ben onlar için bir idolüm ve öyle kalsam iyi olur. Tık tık.. Ve işte Harun. 'Günaydıııın! Şekersiz türk kahven hazır, iyi çalışmalar' diyor başımla teşekkür ediyorum ve odadan çıkıyor. Hemen ardından Duru geliyor biraz sohbet muhabbet sonra işimizin başınaa. 

1 uzun operasyon 14 hasta muaynesi sonrası hastahanenin bahçesinde oturuyorum. Herkesin yüzünde çaresiz bir ifade. Hasta yakınlarının dünya başına yıkılmış sanki. Hepsini her bir canlıyı anlıyorum. Beklemek çok zor, doktorun ağzından olumlu bir şey duymak için nefes almaz o insan. Ben de çok kez bekledim, çok kez nefesimi tuttum. Boşunaymış kaybım büyük. İşte tam o zamanlardı içimdeki bu garip dürtünün başladığı zamanlar. Birilerini öldürmek istiyordum. Öldürdükçe babam canlanacak aramıza geri dönecek gibi geliyordu. 12 yaşındaydım cenaze işleri bittikten sonra bahçede oturuyordum. Sokaktan geçen zavallı bir kediciği kucakladım depoya gittim. Evden bıçak alıp geldim. Hayvanı oracıkta öldürdüm. İçimde garip bir haz. İnanılmaz mutuluydum. ve o zaman bunun asla bitmemesini istediğimi hatırlıyorum. 18 yaşına kadar hayvan kesmeye devam ettim. Sonra bir gün oturdum ve düşündüm neden diye. Nedeni yok hayvanlara eziyet etmiyordum sadece öldürüp gömüyordum. Sonra tıp fakültesini kazandım. Hayat kurtarırken bir yandan can almak çok tezattı doğrusu. Bunu nasıl lehime çevirebilirim diye düşünüp durdum. Ve sonra yaşaması için hiçbir sebep olmayan insanları bulup öldürüp organlarını ihtiyaç sahibi insanlara nakil yapmaya karar verdim. Okulum bitirene kadar kendimi durdurmam imkansız hal almaya başlayınca LSD kullanmaya karar verdim. LSD yani lizerjik asit dietilamidi. Daha da ayrıntı vermek gerekirse dünyadaki en kuvvetli halüsinojen. Bunu aldığım zaman gerçek dünyadan tamamen kopuyor kendi dünyamda takılıyordum. Bu yüzden üniversite yıllarımdan hiç arkadaşım yok. Sadece derslere giriyor boş zamanlarımda araştırıyordum. Katilleri, tecavüzcüleri, ölmeyi hakeden insanları araştırıp liste yapıyordum. Okulum bitince onları tek tek bulup gebertecektim. Nihayetinde okulum bitti. Uzmanlığımı yaptım derken artık hazırdım. Bu insanları öldürüyor tek bir iz bırakmadan ortalığa atıyordum. Bir şekilde organlarının  sağlam kalmasını sağlıyor ve nakil hastalarına ulaşmasını sağlıyordum. Ben bir can alıyordum en az 3 can kurtarıyordum. Adaleti kendimce sağlıyor içimdeki bu vahşi duyguyu da böylece bastırıyordum. Evimin kilometrelerce altına bir oda yaptırdım. Basınç ve hava şartlarını ayarladım. Uygun ameliyat malzemelerini gereken ne varsa oraya koydurdum. Evimin önündeki havuzun dibinden açılan küçük bir kapıdan kendinizi bıraktıgınızda borular sizi mahzene götürüyor. O kapıdan herkes kendini bırakamaz tabi şifre var. Şifre ne tahmin edin? Hemen cevaplıyorum talullah. Babam bana hep böyle seslenirdi. Neyse. Mahzende öldürdüğüm insanlar ve ben işimiz bittiğinde kumandadan OK tuşuna basınca borular tam tersi istikamette eğim yaratıyor tekrar havuza gidiyoruz. Buradan ceseti çıkarıyorum ve eve taşıyorum. Evden arabama. Arabadan olay yerine. Bazen de direk organları derin dondurucuda saklıyorum. Neyse ki etrafta hiç komşum yok. Mahzeni binlerce kilometre derine yaptırmamın sebebi de ziyaretime gelenleri korkunç bir tabloyla başbaşa bırakmak istememem. Mahzene satın aldığım dondurucuya verdiğim parayla sayısız Audi alırdım. Ama insanın tüm kanını boşaltmak ve işim bitince kanı durdurmak için binlerce dondurucuya ihtiyacım vardı. Ama artık insan öldürmekten hayat kurtarmaktan eskisi kadar haz almıyordum...

Haydi artık evin yolunu tutalım. Akşam Toprak'ın doğumgünü var cinayet yok. Eve geliyorum duş alıp ne giysem diye düşünüyorum. En iyisi Victor'a danışayım. Victor benim evimin dış sesi. O bir işletim sistemi. Ama duygusal yorumlar bile yapabiliyor. Faturalarımı takip ediyor, temizlikçilere talimat veriyor, telefonları benim yerime cevaplıyor, fikir veriyor, kısaca evimi benim yerime yönetiyor. Eğer HER filmideki adam kadar salak olsam kendi işletim sistemime aşık olabilirdim. 'Victor evde kutlanacak bir doğumgünü için ne giymemi önerirsin?' diye soruyorum. Birbirinden şık elbiseleri önümde sıralıyor. Birini seçiyorum, makyaj yapıyorum ve artık hazırım. Yağız arıyor tam o sırada. Aşağı iniyorum. Bir de ne göreyim!! Havuzun mahzene açılan kapısından su hızla boşalıyor. Yağız arabadan inmiş havuza hayretle bakıyor. Nasıl açıklayacağım ne diyeceğim bilmiyorum. İkimiz birlikte havuza bakıyoruz, bakıyoruz ve bakıyoruz.....

MacLarensPub'dan Bir Mesajınız Var!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin