Merhaba, çok uzun bir ara oldu farkındayım. Ama şimdi yeni uzun bir bölümle karşınızdayım. Hepinize Sevgilerle...
----------------------------
Bir hafta iki saat onyedi dakika olmuştu Yekta'yı görmediği, konuşmadığı. En son gördüğü an dudaklarının ilk kez birleştiği, kalbinin kapılarının genç adam için aralandığı andı. Ertesi gün konuşacaklarını söyleyerek gittiğinden beri hiçbir haber alamamıştı Yekta'dan Feray. Galeriye gelmediği gibi bir kez olsun aramamıştı da. Kendisi aramayı düşünse de vazgeçmişti sonradan. Adam onu bir kez öptü diye peşine düşme hakkını görememişti kendinde ve Yekta'nın nasıl karşılayacağını da kestirememişti. Belki de kendi kendine kuruntu yapıyordu, belki de o an, yani adamın onu öptüğü an olumlu bir tepki verememişti ve Yekta da ...
"Offf." Bir haftadır her içi darlandığında yaptığı gibi yine seslice nefesini dışarı verdi Feray.
Yekta ile yüzyüze gelmeden rahatlayamayacaktı. İlk iki gün başına birşey gelmiş olma olasılığını düşünmüş, ancak sekreterinden laf arasında iyi olduğunu ve birkaç kez telefonda görüştüklerini öğrenmişti. Sekreterini arıyorsa onu da arayabilirdi pekala. Her geçen günde Yekta'nın pişman olduğunu ve buyüzden ondan kaçtığını düşünmeye başlamıştı.
İşin ilginç yanı Alp'in de Yekta'yla doğru düzgün irtibat kuramamasıydı. Telefon görüşmelerini oldukça kısa tuttuğunu ve İstanbul' da olmadığını biliyordu yalnızca.
"Sıkıldıysan biraz dışarı çıkabiliriz." dedi Leyla, Alp'le çalıştıkları dosyadan başını kaldırarak. Feray ve Yekta arasında geçenleri biliyordu ve elinden geldiğince yardımcı olmaya ya da en azından genç kız sıkıldığında onu oyalamaya çalışıyordu.
"Yok canım, işiniz var, bölmeyin çalışmanızı." derken sesini iyi tutmaya uğraşsa da sıkkın olduğunu gizleyememişti Feray. İki kızın konuşması üzerine Alp elindeki kalemi sehpaya bırakıp olduğu yerde gerindi.
"Aslında bıraksak artık iyi olur. Bu akşam bu kadar yeter. Hadi hazırlanın dondurma yemeye gidelim hep beraber. Çok güzel Maraş dondurması satan bir yer biliyorum "
"Eğer tahmin ettiğim yerse şimdiden ağzım sulandı" diyerek dudaklarını yalayan Leyla'ya kısa bir bakış attı Alp. Daha fazlasını yüreği kaldıramayacaktı çünkü.
"Hadi Fatma Teyze, sen de hazırlan." diyerek yaşlı kadını da davet etti Alp.
Feray, bu iki, yüreği güzel insana gülümseyerek baktı. Ne yapmaya çalıştıklarını elbette anlıyordu ve onları kırmamak için oturduğu koltuktan doğruldu.
"Siz gidin Alp Bey oğlum, geç oldu ben yatarım birazdan. Siz keyfinize bakın." dedi Fatma Hanım. Akşam gezmeleri için yaşlı hissediyordu kendini. Ve yorgun.
Israrlarına rağmen onlarla gitmeyi kabul etmeyen Fatma Hanım 'ı evde bırakıp dışarı çıktıklarında saat onu geçmişti. Gidecekleri yer yakın olduğundan arabayı almayarak, akşam serinliğinde yavaş adımlarla yürümeye başladılar. Hafif hafif esen rüzgar yaşadığı küçük kasabadaki akşamları hatırlattı Feray'a. İçinden incecik bir sızı geçti. Kendini oraya ait hissetmese de yıllarını geçirdiği yerdi sonuçta.
Sokağa her çıktığında burnuna dolan yosun ve tuz kokusu, şiveli konuşmaları, samimi tavırlarıyla sohbet ettiği komşuları, en çok da abisinin anılarıydı özlediği. Dolan gözleri görüşünü bulanıklaştırdığında yanında sessizce yürüyen Alp ve Leyla'ya belli etmeden sildi gözlerini. Dondurmacıya geldiklerinde dükkanın önündeki masalardan birine geçip oturdular.
"Nasıl olsun dondurmalarınız?" diye soran Alp'e, Leyla limonlu istediğini, Feray da çikolata ve vişneli istediğini söyledi. Alp siparişleri vermek için arkasını döndüğünde ona seslenen adamla durakladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FERAY
General Fiction"Gitme sana muhtacım, gözümde nursun, başımda tacım, muhtacım. Beni öldür öyle git, yaşamak için senin sevgine muhtacım." "Muhtacım" tek kelime ne de güzel anlatır insanın içini. Nasılda kalbini göğsünden söküp verir karşısındakinin ellerine. Nasıld...