İyileştirmekten Çok Kanatıyor

604 53 36
                                    

Ağlıyordum.

Dakikalar önce ilaçsız uyuyabildim diye mutluluktan havalara uçarken, vücudumun vereceği en üst insani duyguyu yaşıyordum.

Ama bu, sandığımın aksine beni mutlu etmiyordu.
Gözlerimden akan her damla yaş o küçücük arabanın içinde kalbimi kerpetenle sıkıştırmaktan başka bir halta yaramıyordu.

Hera'nın telefonunu ne zaman kapattım, bu arabaya ne zaman bindim onu bile bilmiyorum. Bu arabanın bu kadar hızlı gidebildiğini bile bilmiyordum. Yıllar önce, Aslan hep bu arabanın güvenli olmadığından bahsediyordu. Yanılıyormuş. Bu kadar hızı kaldırabildiğine göre yanılıyormuş Aslan. Bunu ona söylemeliyim.

Arabanın ne kadar güvenli olduğuyla birlikte daha bir sürü şey söylemeliyim Aslan'a.

Gözlerimden akan yaşları elimin tersiyle silerken aynadan arka koltukta uyuyakalan oğluma bakıyorum çabucak. O kriz anıma şahit olduğu için içimin derinlerinde bir yerlerde kendimi asla affetmeyeceğim biliyorum ama şu anda bunu düşünemiyorum. Oğlumun ruhunda açtığım yaradan çok Aslan'ı düşünüyor olmak beni kötü bir anne mi yapıyor bilmiyorum ama işin kötüsü şu anda bunu önemseyemiyorum.

Bu düşünceyle daha sarsılmaya başlıyorum. Hıçkırıklarım daha çok artıyor. Yan koltuktan dizime uzanan ele bakıp mümkünmüş gibi daha fazla ağlıyorum.

Ben. Sahra Gürbüz. Dört yıl aradan sonra, ilk defa bugün, sevdiğim adamın ölümüne ağlıyorum.

•••

Meriç hiç zorlanmadan o gökdeleni bulduğunda şişen gözlerimi elimin tersiyle siliyorum. Dikiz aynasından Araf'a bakarken Meriç başımı kendisine çeviriyor ve alnıma uzun bir öpücük bırakıyor. "Araf bende. Yukarıya çık."

Meriç'in Araf'a benden bile iyi bakacağının bilincinde bir çırpıda atıyorum kendimi arabadan. Kapıdaki güvenliğe deyim yerindeyse esip yağıyor ve kendimi asansöre atıyorum. Asansör dokuz katı çıkarken titreyen bacaklarımı yok saymaya çalışıyorum. Bu evden çıktığım o geceyi düşünmemeye çalışırken istediğim kata ulaştığımı gösteren mekanik ses doluyor kulağıma. İner inmez telefona sarılıp acil bir ambulans istemek geliyor aklıma. Kapının önüne geldiğimde ne yapacağımı bilemez bir halde buluyorum kendimi.

Kapıyı çalmak yerine hızlıca giriyorum doğum tarihimi ve tıpkı dört sene önceki gibi açılıveriyor kapı. Bunun bana ne hissettirdiğini sorgulamadan atıyorum kendimi içeriye. "Hera!" Salona girdiğimde bayılarak aldığım kırmızı kanepeyi tam da bıraktığım yerde görünce titremem artıyor. Evin içinde attığım her adımda aynı kokuya bulanmak dengemi alt üst ederken tek bir adım daha atamayacağımı fark ediyorum. "Hera nerdesin bitanem?" Sesimi ben bile zar zor duyarken buraya neden geldiğim kafamdan silinmeye başlıyor.

Evin içinden herhangi bir ses gelmemesi beni daha çok korkutsa da koltuğun bir ucuna yığılır gibi oturuyorum. En son oturduğum berjere takılı kalan gözlerimi güçlükle oradan çekip yatak odasının olduğu koridora bakıyorum.

Herhangi bir kıpırtının olmadığını fark edince gözlerim fütursuzca dolanıyor evin içinde. Mutfağa kayıyor bu sırada gözlerim ve genç Sahra'yı görüyorum. Sırf sevdiği adam mutlu olsun diye yaptığı otlu omlet pişerken parmaklarının arasından sıyırmaya çalıştığı maydanozları görüyorum.

Sabahtan beri yaşadığım duygular benliğimi sarsarken açık sokak kapısından iki tane adam giriyor. Bunlardan birinin az önce aşağıda haşladığım güvenlik olduğunu fark edince yanındaki takım elbiselinin de onun amiri olduğunu anlıyorum. Zaten adamla göz göze gelince tanıyoruz birbirimizi. Mesut Bey'in yüzünden beni burada gördüğüne ne kadar şaşırdığı ortada. "He- Hera Hanım?" Düzeltmiyorum onu. Bu evin içindeyken sanki yeniden Hera oluyorum. "Neredeler?" Mesut Bey şaşkınlığını üzerinden atınca ne sorduğumu anlamaya çalışır gibi evin içinde dolaştırıyor bakışlarını. Kısa bir süre sonra kafasını toparlamamış olacak hızlıca yanıtlıyor beni. "Hera bizi aradı. Babam. Babam öldü deyince-." Devam edemiyor. Kulaklarımda küçük kızın ağlayan sesi çınlarken adam da susuyor. "Öldü mü?" Güçlükle dökülüyor kelimeler dudaklarımın arasından.

ARAFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin