Bölüm 47 : Kendimin katili (3. sezon başlangıcı)

841 43 18
                                    

4 gün ara verme sebebim sezon finali olmasıydı, ama yine eski düzenle devam edeceğim. Ha bu sezonda ne ağırlıklı diye sorarsanız ilk başlar biraz dramatik geçiyor ama sonraları neşeli oluyor biraz. Ha bu arada, ileriki bölümlerde Olivia'ya miras kalan paranın kaynağı ortaya çıkıyor. Neyse çok şey yazdım sizi yeni bölümle baş başa bırakayım :D İyi okumalar! ^^

...

"Tanrı bu çocuğun... Bu çocuğumuzun ruhunu kutsasın. O da günümüzde binlerce çocuk gibi bir kanser savaşçısıydı. Ve malesef yenildi. Burada aramızda cenazeye katılan herkesten bu küçük Marty için tanrıya dua etmesini istiyorum. Birçok insanı toprağın altına gömdüm. Ama hiçbiri içimi bu küçük çocuklar kadar acıtmadı. Bazen tanrının neden böyle şeyler yaptığını merak edip sorguluyorum ama inanın bana ben de anlayamıyorum. Bu yüzden..."

Pederin konuşmasından aklımda kalan bunlardı. Çünkü o andan sonra kulaklarımı, beynimi dışarıdaki dünyaya kapatmıştım. Ağlamak ve rahatlamak istiyordum ancak bunu da yapamıyordum. Küçük çocuğun ailesinin ağlamaktan gözlerine kanlar inmişti. Olivia'nın gözlerinde yaşlar olduğunu görebiliyordum, ama ağlamıyordu. Daha önceden ağlamıştı. Öylece heykel gibi dikiliyor, toprağa indirilmekte olan tabuta bakıyordu.

Onun yanına gitmek istemiştim ama yapamadım. Normalde birilerinin moralini düzeltmekte üstüme yoktur. Ama bu gibi bir durumda ne diyecektim ki? 'Boşver unutursun' mu? Hem zaten ben kendimi olayın şokundan çıkarmaya çalışıyordum.

Telefonuma bir mesaj geldi. Telefonu açıp mesaja baktım. Mesaj Hopkins'ten gelmişti.

"Çocuklar olan şeyden dolayı gerçekten çok üzgünüm. Sizin kafanızın ne kadar karışık olduğunu anlayamam şuan. Şuan üzerinde yoğunlaştığımız konuya kafa takmayın siz, ihbar işini ben halledeceğim."

Mesajı okuyup telefonu cebime koydum tekrar. Sonra tabuta baktım. Düşünsenize. Ben bu çocuğa sarılmıştım... Ve Olivia'nın annesinden birilerine yardım etmesi için bıraktığı para şimdi nereye harcanacaktı? Belki de tüm parayı yakardı Olivia. Olivia'yı aradı gözüm. Ama orada değildi. İleride biz kız gördüm, uzakta ağaçların arasında. Muhtemelen Olivia'ydı o. Oraya gittim, otuz metre daha takip ettikten sonra kız bir mezarın orada durdu. Evet bu Olivia'ydı. Elinde de bir paket cips vardı. 5-10 metre yakınına gelip durdum, bir ağacın arkasına saklanıp onu dinlemeye başladım.

"Şimdi ne olacak?" diyordu, sesi titriyordu ve ağlamamak için kendini zor tuttuğu belliydi. "O küçük Marty'yi her gördüğümde yaşam için bir umut daha doğuyordu bende. O bana bıraktığın parayı hatırlıyor musun anne? Ona ne olacak. Sen yukarılardasın biliyorum. Tanrıya söyle, onun ölmemesi gerekiyordu. Belki... Belki de bir karışıklık olmuştur ha ne dersin? Başka bir şey olamaz ki zaten. O paranın Marty'nin kanser tedavisine harcanması gerekiyordu. Ve öyle de olacak. Belki bir dilek hakkın falan vardır. Lütfen anne... Marty'nin ölmemesi gerekiyordu biliyorum. Öldüyse şimdi ne olacak? Anne cevap ver. Bir işaret ver bana. Hem ben o ağaç evde bir daha oturamam ki. Anne ne yapacağım?"

Ardından yukarıya bakıp "Tanrım, tabi eğer varsan..." dedi. "Şuana kadar senden bir şey istemedim biliyorsun zaten. Bir daha da bir şey istemeyeceğim ama senden hayatımda tek bir şey istiyorum. Marty'yi bana geri ver. Bana bir işaret ver, ne istersen yapmaya hazırım. Lütfen!"

Sonra ağlamaya başladı. Dizlerinin üstüne çöktü ve yanında getirdiği cipsi, her zaman yaptığı gibi annesinin olduğu mezarının üstüne döktü. Ardından ayağa kalkarak arkasını döndü. Beni gördüğünde yüzündeki yaşları bile silmedi, yüz ifadesini değiştirmedi. Öyle heykel gibi durup bana baktı sadece. Ben birkaç adım yaklaştım ve ona kollarımı açtım. Dudaklarını büzüp tekrar ağlamaya bağladı. Onu kendime çekip sımsıkı sarıldım. Sesli bir şekilde hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam etti. Ben de göz yaşı döküyordum. Omzumda ağlarken "Ağla dök içini, rahatlarsın." diyordum ben ona. Ama cidden bu durum o kadar berbat bir şeydi ki... Ne teselli versem ben de bilemiyordum.

"Şimdi ne olacak Peter?" diye sordu ağlamaklı sesliyle. "Kimin önünde diz çöküp 'bak benden daha uzunsun artık' diyeceğim? Daha önemlisi şu hiçbir halta yaramayan parayla ne yapacağım?"

"Ben de ne yapacağımızı bilmiyorum Olivia." dedim ses tonumu düzeltmeye çalışarak. "Ama... Bir yolunu bulacağız. Marty belki de şuan olması gereken yerdedir. Belki de şuan cennetten bize el sallıyordur ha? Bu parayla ne yapacağımızı bulacağız merak etme. Sen şimdi ağlayıp rahatlamaya çalış Olivia. Ne kadar üzgün olduğunu tahmin bile edemem. Ben de ne diyeceğimi bilemiyorum ki..."

O da bir şey demedi. Ağlamaya devam etti. Göz yaşlarından tişörtüm ıslanmıştı neredeyse. Ama ciddi bir şekilde Olivia'yı nasıl teselli edeceğimi düşünüyordum. Nasıl? İmkansız. Ben daha kendimi bu konuda teselli edemiyordum. Onu nasıl edeyim?

Cenazede birlikte yan yana durduk. Peder yine konuşmaya devam etti. Ben ne onu, ne de Olivia'nın (veya etrafımızdaki onlarca kişinin) ağlamasını dinliyordum. O an daha çok kendimi vurup bu durumdan kurtulmaya çalışıyordum.

...

Olivia'yla birlikte evime gittik. Annem kapıyı açtığında "Peter, erkencisin bugün?" diye sordu. Sonra bizim halimizi görünce telaşlanıp "Neler oldu neden gözleriniz kıpkırmızı böyle?" diye sordu.

İçeriye girdik. Bu sefer her şeyi anlatacaktım. Olivia'ya baktım. "Artık hiçbir şeyi gizlemek istemiyorum, anneme anlatacağım. Her şeyi." dedim. Bir şey demedi, yere bakmaya devam ediyordu.

Olivia'yla birlikte uyuşturucu kullanmamızı, bir şebekeye nasıl bulaştığımızı, Bay Hopkins'in bize yardım ettiğini, Marty'nin kanserini ve Olivia'nın parasını... Kısacası tüm gerçekleri, tüm olanları, her şeyi tüm çıplaklığıyla anlattım. Bomba olayından dahi bahsettim. Annem ağzı açık dinliyordu.

"Yüzünüz neden böyle, polisin biri biber gazı falan mı sıktı yoksa?" diye sordu.

"Hayır..." dedim derin bir nefes alarak. "Bahsettiğim kanserli çocuk var ya, Marty? O bu sabah kanserine yenik düştü. Onun cenazesinden geliyoruz."

Tüm olayı anlattıktan sonra annemin de gözleri dolmaya başladı. Karşı kanepede oturuyordu. Ben de karşı kanepeye geçip kulağına fısıldadım.

"Anne, ona ne diyeceğimi bilmiyorum." dedim. "Belki sen onunla konuşursun. Çünkü cidden ne yapmam gerektiği hakkında bir fikrim yok. Ne teselli edebiliyorum ne bir şey... Sen belki onun moralini yerine getirebilirsin?"

Kafasını salladı ve ayağa kalktı. "Olivia'cım, gel seninle odada biraz konuşalım." dedi ve onun elinden tutarak ayağa kaldırdı. Birlikte odaya gittiler.

Ben de belimde duran silahı çıkarttım. Bir an için annemin tüm bu olaylara tepkisinin az olduğunu düşündüm. Ama kafamda o kadar çok şey vardı ki bunu düşünecek zamanım yoktu. Bu yüzden... Silahı çıkartıp düşünmeye başladım. Gerçekten de intihar edecek miydim acaba?

Hayır. Başkalarını öldüremeyen insanlar kendilerini öldürmeyi seçerlerdi. Ben ise bir katildim artık. Kendimin katili olamazdım.

Hayalperest (Dreamer) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin