Kapımın dışından gelen bağırış sesleriyle gözlerimi hafifçe araladım. Başımı yastığa koyalı henüz 2 saat bile olmamıştı. Çünkü diğer bütün mahkumlar yataklarında horul horul uyurken ben hayatta kalmak için yapmam gerekeni yapıyordum. Bu hapishanede herkes benim ezeli düşmanımı yandan yemiş Severus Snape kılıklı Kudret sanıyordu. Fakat en yakınlarımın bile bilmediği bir sırrım vardı ve ben bunu herkesten gizlemek zorundaydım.
Uyanmamak için direniyordum fakat kapının önündeki kavga dövüş bitmek bilmiyordu. Bir anda yataktan zıpladım ve sinirli bir şekilde kapıyı açtım.
"Ne oluyor lan burada sabah sabah? Bir rahat vermediniz insana!"
Gördüğüm manzara karşısında ne tepki vereceğimi bilememiştim. Yere çökmüş, ellerini bir kadının boğazına yapıştırmış ve şaşkınlık içerisinde bana bakan bir Hasret, bir zafer edasıyla tek ayağını aynı kadının karnına bastırmış bir Yonca ve hiçbir şey olmamış gibi ayakta durup Hasret'i izleyerek çekirdek çitleyen bir adet Dudu ile karşılaştım.
Kadının kim olduğunu anlamak için yere eğildim. Kim olduğunu anladığımda hiç şaşırmadım; Sidikli Naciye.
"Ne oldu ne yapmış yine bu?" diye sordum.
"Ya Azo kusura bakma uyandırmak istemedik de bizim sim kartı çorlayan şerefsizi bulduk sonunda. Elimizden kaçırmayalım dedik." diye yanıtladı hemen Hasret.
"Tamam çabuk hemen karşıdaki koğuşa götürün şunu. Yonca sen de kapılara iki üç tane gözcü koy. Ben de geliyorum birazdan." dedikten sonra tekrardan odama gidip üzerimi değiştirdim.
"Naciye Sultan nasılsın? Bak senin için hazırlandım beğendin mi?" diye dalga geçerek boş hücreye girdim ve sandalyemi ters çevirip Naciye'nin karşısına oturdum.
"Eveeet... Anlat bakalım ne yaptınız o sim kart ile? Başını okşayıp kemik de verdi mi annen?"
Bizimkiler gülüştü. Naciye hiçbir cevap vermiyordu. Ben pek sabırlı bir insan değilimdir. E haliyle benim de sabrım taştı ve kızlara gözlerimle işaret verdim. Onlar ne yapacaklarını biliyorlardı. Bugün hiç ellerimi kirletecek havada değildim. İçimde garip bir his vardı. Sanki bugün beklenmedik bir şey olacakmış gibi.
Naciye'nin inlemelerinin arasında bir ıslık sesi duydum. Bizim gözcülerden gelmişti bu ıslık. Kızlar birinin geldiğini anlayınca Naciye'yi susturmak için çabalarken elinin ayarı pek olmayan Hasret bir tokat darbesi ile kadını bayıltmıştı. Panik halinde bana bakan Hasret'e "Siz çabuk çıkın, ben halledeceğim." dedim ve onları yolladım.
Naciye için iş işten geçmişti. Onu yerden kaldıramazdım. Ben de direk kapının arkasına saklandım.
Dışarıdan Titrek Özlem'in sesi geliyordu. Şanslı olmalıyım ki Özlem, telsizinden gelen sesi duyduktan sonra geri döndü. Rahatlayarak saklandığım yerden çıktım. Tam kapıdan dışarıya doğru bir adım atıyordum ki yaklaşık iki santim ötemde bir çift şaşkın mavi göz ile karşılaştım.
Dışarıdan tekrar Özlem'in sesi geldi. O deniz mavisi gözlerin sahibinin çığlık atacağını anladığım anda hızlı bir refleks ile ağzını kapatıp onu duvara dayadım. Sessiz olmamız lazımdı yoksa yine hücreye atılacaktım.
Kapının kenarından görünmemek için kendimi daha da duvara yaslıyordum. Deniz mavisi gözlerin sahibi duvarla aramda tost olmuş, can çekişiyor olmalıydı. O gerginliğin içinde bir anda burnuma dolan tarifsiz bir kokuyla bütün kaslarımın gevşediğini hissettim. Sanki uyuşturucu etkisindeymişim gibi bütün düşüncelerimden ve telaşımdan teker teker arındım. Sanki 5-10 saniyelik bir rüya gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deniz Mavisi
FanfictionDört duvar arasında başkalarının günahlarının cezasını çekerken bir günde ikisi için de her şey değişti. Hayatlarının anlamını duvarlarından öfke, nefret ve hüzün akan kirli bir hapishane avlusunda buldular.