Zafra'nın batı kısmındaki yoldan sınır dışına devam edildiğinde, yolun kuzeybatıya yönelen tarafından Polad geçidine varılır. Geçit sayesinde batının yolculuk için kullanılabilecek kadar uygun yolları ve ardından da Obren kasabası gelir.
Bu geçit ise genelde batı şehirleri ile ticaret içerisinde olanların kullandığı, yeterince beyaza bürünebilmiş olan yüksek bir dağın eteklerinde, kolaylıkla geçilebilen geniş, uzun bir yoldur ve Zafra'dan yaklaşık iki günlük uzaklıktadır. Geçitten sonra ise ufak beyaz tepelerin ardında, yine tepeler kadar ufak bir göl vardır ve özellikle bu sıralarda etrafında balık tutmaya gelmiş olan bir kaç köylü görmek mümkün. Çünkü buralar epey kuzeybatıda kaldığından, daha öncesinde balık tutmaktan daha hayati olan ihtiyaçlar için çıkanlar haricinde dışarıda kimseler görünmezdi. Bazı yaşlı olanlar (özellikle nineler) o kadar uzun süredir doğaya adımını atıp derin ve ferah bir nefes almamıştır ki hala daha göllerden haberdar değillerdir. Şu anda orta batıda net bir şekilde bilinen ve kullanılan göller tamamen eriyeli yaklaşık elli, erimeye başlayalı ise ikiyüz yıldan fazla olmuştur.
Doul kasabasından da kuzeybatıya yaklaşık otuz fersahlık bir dağ yolu uzayarak devam eder ve en sonunda kuzeyin ilk ayak izlerinden biri olan Sarkasya tepeleri görünmeye başlar. Aşılması epey zor olan bu tepelerin de batısı ise pek hatırlanmayan topraklardır. İşte bu sadece yılda bir iki tüccarın geçtiği ve yalnızca kuşların ve nadir de olsa dağın eteklerinden inmiş olan kurtların gezdiği sessiz toprakların sükuneti, belki de asırlardır misafir etmediği bir gürültüyle bozuldu. Ormanlık alanın orta yerinde, tepelemeye birikmiş bir kar birikintisi, ev sahibi olan hayvanları bile korkutacak şekilde gürültüyle patlayarak etrafa dağıldı.
Bu patlamaya, gökyüzüne ve etrafa kaçışan kuşlar ve yeterince beyazlara bürünmüş olmasına rağmen patlamadan nasibini alan ağaçlar dışında kimse şahit olmadı. Bir kaç saniye sonra patlayan noktanın tam merkezinde, ok ucuna benzeyen mavi renkli bir bastonun başı, yavaş yavaş yukarıya çıkarak kendini gösterdi. Bastonun neredeyse çeyreği gözle görünür seviyeye geldikten sonra, onu tutmuş olan el ve ardından bu yaşlı adamın kafası ortaya çıktı.
Hûnr'du bu.
Büyük çığdan ne tam olarak kaçabilmiş, ne de ona teslim olmuştu. Belli ki saatlerdir mücadele etmişti ve ancak bu kadar dayanabilmeye gücü yetmişti. Üzerine yığılmış karları öteleyerek yavaş yavaş doğrulmaya başladı ve en sonunda karların esaretinden tamamen kurtuldu. Bulunduğu yer tam da gelmek istediği yerden çokta uzak değildi. Çığ düştükten sonra, direkt olarak batı yoluna inemeyeceğini anlayarak, ilk tepenin ardından tekrar kuzeye dönerek, çığdan kurtulabileceğini düşündüğü bir manevra yapmıştı. Bir nebze işe de yaramıştı fakat çığın etkisi o kadar büyüktü ki kaçtığı tarafı da etkileyerek kuzey batının ıssız ve soğuk ormanlarına doğru düşerek yuvarlanmasına sebep olmuştu.Neyse ki Hûnr bunca yıllık tecrübe ve gücünden yaralanarak hayatta kalabilmeyi başarmıştı. Şimdi ise bu az ziyaret edilen topraklardan batıya doğru yoluna devam etmesi gerekiyordu, çünkü o seçimini bu yönde yapmıştı ve bu yüzden Fûln ile beraber doğuya açılan çukura atlamadı. Bu şekilde ayrılmış olmasının Nâor'u tedirgin edeceğini biliyordu fakat kendisinin Felasmûs'a gidip açıklamak zorunda olduğu bir takım aciliyeti yüksek şeyler olduğunu düşünüyordu.
Kalktı. Üzerindeki karları silkeledi. Tekrar ormanın içinde olmanın tadına vararak derin bir nefes aldı ve yürümeye başladı. Hava kararmak üzereydi ve üşüdüğünü hissetti. Karın içerisinde uzun süre kalmış olabileceğini düşündü. Yavaş yavaş ayılmaya çalışırken bir yandan da neredeyse orman yolunu bitirmiş ve açık arazilerdeki batı topraklarına varmak üzereydi. Orman bittiği ve sadece en uzun olan çayırların kendini gösterebildiği düzlüğe geldiği sırada hava çoktan kararmıştı ve daha fazla dayanamayıp bir ateş yaktı ve dinlenmek için etrafını temizleyerek oracıkta yatıp uyudu.
Uyandıktan sonraki ilk günü, kobal rüzgarların estiği çayırlıkta ve dağınık bir şekilde, zamanında ilk sahiplerinin keyfine göre oluşturup yerleştiği, ilkel ama huzurlu evlerin bulunduğu toprakları kat etmekle geçti. Evlerin sahipleri çevrede pek gözükmüyorlardı lakin bahçelerinin etrafında basit çitlerle çevrilerek oluşturulmuş tarlalarında, bazılarında kendilerine yetecek kadar, bazılarında ise ticaretini yapacak kadar sebze ekiliydi.
Buralarda ikamet edenler de tıpkı Zafra ve Treas'taki gibi, kendi hallerinde yaşayıp giden masum ve dost canlısı insanlardır. Nâor'un ise coğrafi bilgisi sadece geçide kadar olmuş, ötesine gidecek ne bilgiyi ne de cesareti kendinde bulabilmiştir. Fakat Yofa, onun soğuktan korkarak evde oturduğu günlerde gezmeyi tercih etmiş, zaman zaman Sham'ın batısına kadar, zaman zaman ise Polad geçidinin ötesindeki köylere gitmeye bile cesaret edebilmiştir.
Lakin Hûnr'un bilgeliği yolculuk konusunda ona cesarete gerek bırakmayacak kadar yeterli geliyor. Daha öncesinde (Nâor'un yanında olduğundan beri) özellikle av için epey vaktini dışarıda geçirdiğinden, gidilmesi gereken yerleri avucunun içi gibi biliyor olmasına pek te şaşırmamalı. Nâor'dan önce ise bir nebze avare yaşamış olduğu düşünülüyor ki bu da ucundan bucağına her noktayı biliyor olmasının en büyük sebeplerinden biri daha gösterilebilir.
Bu çok az da olsa medeniyet varlığı gösteren toprakların ardından, yine sessiz ağaçların ehemmiyetinde olan dağınık ormanlar başladı. Tam ormanlığın önüne geldiğin de gecenin karanlığı iyice yeryüzüne çökmüştü ve Hûnr'un de üzerindeki yorgunluk belirtileri baş gösteriyordu. Normal bir insana göre oldukça hızlı olan adımları, ufak tepenin üzerindeki ormana çıkılan hafif bir eğimde yavaşlamaya başladı. Tepeyi bitirdiğinde, sağ tarafında birbirlerine yakın duran üç ağacın yanına doğru yöneldi. Ağaçların gövdeleri sanki bir toplantı yapıyormuş gibi bir araya toplanıp bir üçgen oluşturmuşlardı. Dalları ise iç içe girmiş, ağaçların kol kola verip birbirlerine sarılmalarını sağlamıştı.
Buranın, korkunç rüzgarları yada onlar kadar korkunç olmayan ormancıları misafir etmediğini düşünüyordu Hûnr, zira yeterince yeşermiş yapraklarının üzerindeki kar kalıplarını, hala döken bir kimse veya güç yoktu.
Üç ağacın tam ortasına geldi. Asasını elinde hafif hafif atıp tutarken, ağaçlara iyice göz gezdirdi ve gülümsedi. Ardından iki eliyle asanın ortasından iyice kavradıktan sonra yavaşça havaya kaldırdı. Asanın tam ucu kapşonun izasına geldiğinde önce yavaşça, ardından hızlıca indirip yere hafif bir şekilde vurdu. Dimdik duran asanın önünde, hürmet edercesine kafasını eğdi ve tekrar kaldırdığı anda hissettiği soğukluk bir anda o noktada olabilecek en az seviyeye ulaştı. Ağaçlar, sanki oluşturdukları üçgen alana hayali bir duvar örmüş, gecenin katili olan rüzgarlara karşı bir siper oluşturmuşlardı. Bunu tüm benliğinde hissedebilen Hûnr yorgunluğunda verdiği yardımla kuzey tarafındaki ağaca yaslanarak uyuya kaldı.İlk bir kaç gününü buna benzer bir şekilde veya ateş yakıp soğuktan korunarak uyuyabilirse, daha batıya yöneldiğinde gece pekte tehlikeli olmamaya başlayacaktı. Lakin şimdilik, Polad geçidine giden yol, yeterince kuzeye dönük olduğundan uykular, Hûnr için bile büyük bir sorun oluşturabilirdi.
Sabah uyandığında gökyüzü, en azından havanın soğukluğuna göre yeterince güzel parlayan maviliği ile tekrar kendini belli ederek ilk gördüğü şey oldu. Karanlığın terk edişiyle dibindeki ormanın iç yüzünü daha net bir şekilde fark edebildi Hûnr. Sabahın melodisini vermek ile hükümlü olan kuşlar da görevinin başındaydı ve ormanın eskisine kıyasla çok daha huzur verici bir hâl almış olduğu belliydi.
İçeriye doğru ilerleyen patikadan devam etti ve en sevdiği dostlarının dışarılara çıkabilmiş olduğu bir orman yolu, Hûnr için geçmesi epey basit bir yoldu.
O günün öğleye kadar ki vakti, ormanın yollarında, yeniden doğmuş canlıları gözlemleyip, onlara hoş geldin hediyeleri dağıta dağıta geçti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜMSÜZ SOĞUK
FantasiSoğukla yaşamış ve soğuğa alışmış, hatta onunla bir bütün haline gelmiş bir dünya söz konusu. Neyse ki yavaş yavaş ısınmaya başladı. Fakat bu ısınmanın beraberinde getireceği kötülükler, en az soğuk kadar tehlikeli. Kibir, öfke ve çıkarları...