Böylesine önemli bir olay oldukça sıradan bir çevrede başladı. İsa'nın doğumundan yaklaşık 2000 yıl sonraydı. Okuyucularımız genellikle böylesine şatafatlı olayların Ankara veya İstanbul'da geçmesini beklerken söz konusu bu roman Malatya'da geçmektedir.
*
Günlerden perşembeydi, yaz sıcağında oldukça tozlu bir havada hafif kambur duran , ağır adımlarla ilerleyen on dokuz yaşındaki genç bir kız ilerliyordu. Yaşıtları gibi gençlik pınarından kana kana su içmediği belli olan mustarip bir ruhtu. Ağır hareketlerle önünde olduğu binanın yukarısına baktı
*
Doktor Necdet Bey işinin ehli bir insandı. Okuduğu okulu başarı ile bitirmiş, yazarın deyimiyle "büyük adam" olmuştu. İçeri giren hastanın durumunu rahatlıkla anladı: Karşısındaki ağır bir depresyonla boğuşuyordu. Hasta içeriyi kayıtsız gözlerle süzdü ve böyle yerlere daha önce geldiğini belli eden hareketlerle koltuğa oturdu. Doktor kızı anlayışla süzdü ; cevap vermesini yokladı. Bir saat boyunca gencin karşısında onun umursamaz bakışlarını izledi. Ardından kızın gittiği görüldü.
*
İşlek bir caddede,kalabalığın taşkınlığı arasında yirmilerinin başında iki genç görüldü. Bun gençlerin her hallerinden toy oldukları belliydi. Biraz uzun olanın adı Süleymandı. Ne zayıf ne şişman denebilecek kiloda, açık kahverengi gözleri, top bir burnu olan yakışıklı denilebilecek bir delikanlıydı. Daha kısa boylu olan ise necipti. Her yerde görülebilen Anadolu cocuğu yüzüne sahipti. Yeni yeni güreleşen sakalını okşuyor hareretli hararetli yanındakiyle tartışıyordu. Az sonra gözden kayboldular.
*
Kutay on sekiz yaşında bir sınava hazırlık öğrencisiydi. Babası Kemal Efendi, bu çocuk doğduğu zaman annesinden ayrılmış ve oğlunu yanına almıştı. Kutayın çocukluğu da her Türk genci gibi geçmiş:top oynayarak, kavga ederek, arada okuldan kaçarak geçmişti.
Kutay'ı tanıyanlar onun liseye başladığından beri kimseyle konuşmayıp içine kapandığını, kimseyle konuşmadığını söylerlerdi. Görünüşü oldukça düzgündü : Esmer, yağız bir delikanlıydı. Çıkık elmacık kemiğe ve biçimli bir buruna sahipti. Görünüşünün farkındaymış gibi bir hali vardı.
Pek kavgacı olduğu söylenmez ama bir gece sokak ortasında iri kıyım bir herifi devirdiği söylenirdi.
Hiç çıkmadığı odasında otururken arkadaşları Nasılsın Necip ve Süleyman odaya daldılar. Kutay ayağa kalktı ; yüzünde muzip bir gülümseme vardı. Arkadaşları ise o sırada odaya yerleşiyorlardı. Necip arkadaşına hüzünle baktı. Geçmişte beraber hayaller kurduğu arkadaşı, karşısındaki bu genç adam mıydı? Necip beylik laflar etmeye koyuldu sohbet yaratmak için. Kutay da aynı şekilde beylik laflar etti. Sonunda Kutay samimi bir ifade ile boşluğa bakarak konuştu:"Güçlü bir Türkiye için işleyen kafalar ve kollar gerekiyor. Ama bir bakıyorum da çevremde böyle bir adam yok.
Bencilliğin ve şımartılma isteği olan karanlık bir evrende yaşıyoruz".
Necip bu sitemin arkasında yatan şeyleri gayet iyi biliyordu : Kutay, tek başına ülkesi için çalışınca enayi durumuna düşeceğini düşünüyordu. Yıllardır Kutay'ın ülke için ne yaptığını düşündü. Bulduğu cevap basitti :
Hiçbirşey.
O zaman kutaylık ruhu nasıl oluşmuştu, nasıl bu kadar saygı görüyordu. Onu görünce insan kendisini hain gibi hissederdi. O bir kişi değildi ; o bir hücre idi. Benlik kaygısı yoktu, ölümsüzlüğü bulmuştu : insanüstü bir yapıya hizmet etmek.
Yaşıtları gezip tozarken o hep çalışırdı.
Evi pek büyük sayılmazdı o yüzden oturma odasında çalışırdı. Genelde ziyaretçilerine komik şeyler anlatır güldürürdü. Ama bazen oldukca ciddileşirdi. Ne denilenebilirdi ki o Kutay'dı işte. Bazen günlerce ortalarda olmazdı, soranlara da düşünüyorum derdi. Ne düşündüğünü kendisi de bilmezdi. Sadece " Düşünüyorum işte birşeyler, kafamda birçok şey uçuyor engel olamıyorum, kaçıyorlar benden. Sonra geri geliyorlar bir düzene sokamıyorum" derdi.Bir keresinde ona aşka dair düşüncelerini sormuştu. O şaşmaz bir ifadeyle :"Evet, aşk. Aşk, işsizlerin zaman harcaması için çıkardığı bir kavramdır. Aşk yoktur onu biz yaratırız ; o bir yanılgıdır." demişti. Evet aynen böyleydi zaten her konuda fikire sahipti(alışılmadık fikirlerde üstüne yoktu.).
Bazen kelimelerle öyle bir oynardı ki gerçek ile aldatmaca birbirine girerdi. Sonra o gerçekleri kendi zevkine göre inşa ederdi.Bir keresinde kendini kaptırdığı bir anda ben başbakanım, sen Meksika kralısın demişti de ona inanmıştı Necip.
Kanıtı da gayet basitti : "Devletler ortak hayalgücünden doğar. Yani bizde hayal edersek neden olmasın?"Bazen kendisini aşırı aciz hissederdi, bazen aşırı özgüvenli. Sürekli Psikoloji çalışır her gördüğü hastalığa sahip olduğu zannına kapılırdı. Ama gene de tanıyanlar "tehlikeli bir zeka" derlerdi.
Necip silkindi, etrafına bakındı. Kutay anlamış olacak ki istihza ile baktı. Odada Kutay'ın sesi yankılandı :"Hadi büyük adamlar gibi kaldırımları arşınlayalım."
*
O sıralarda Türkiye manevi açıdan zor durumdaydı. Dickens'in dediği gibi hem en iyi zamanlardı hem en kötü zamanlar. Orta Asya 'dan gelen göçebe savaşçılar apartmanlara yerleşmiş, fast food yiyorlardı.
Kızlı erkekli olmak laiklik, sadece cumalara katılmak dindarlık, iyilik ahmaklık, edeb korkaklık olmuştu.Bir taraftan çağdaşlık rüzgarı esiyor bir taraftan irtica esiyordu. Herkesin kafası karışıktı : Dindarlar Mehdi bekliyor, kıyamet yakın diyorlardı. Bir kısım da tek parti iktidarının geleceğini iddia ediyorlardı. Ancak dikkatli bir gözlemci meselenin ekmeğin nasıl paylaşılacağı kavgası olduğunu anlardı. İşte bu ortamda savaş ve kıtlık görmeyen bir nesil vucuda geldi.
*
Doktor Necdet Bey ile oldukça samimi olmuşlardı. Daha ikinci terapiden beri dili açılmış, olumlu cevap vermişti. Gencin sorunu belliydi : Yıkılmış bir aile yapısı.
Kız oldukça net hatırlardı evde kopan feryatları. Sürekli kendini mecliste konuşur gibi ifade eden kişilere hayran kalırdı eskiden. Sonraları iyice içe kapandı, düşünmez oldu böyle şeyleri. O artık sürekli üreten ve tüketen topluma yük olmuş bir bireydi. Hemen tedavi edilmeli ve yarışa sokulmalıydı.
*
Kutay beydağının yamacında konuşmaya başladı gözleri şehir manzarasında olan bir ifadeyle : "İşte beyler, herşeyi anlatacağım. Benim dünyamda iyilikte yoktur kötülükte. Güzellikte yoktur çirkinlikte. Ben arafta yaşıyorum. Herşey bana okutulan masalların suçudur sayın yargıçlar. Ben kafdağında canavar vururdum. Binbir gece masallarında yaşadım. Devasa ağaçlar gördüm ve yedi cücelerle arkadaştım.
Sonraları onların yerini dostum Wilhem tell
Ve diğerleri aldı. O ok atarken sanki ben atardım. Boğa ile sanki ben güreşirdim boğaç han yerine. Okula başladım sonraları kafamı alablus diye bir şekille tıraş ederlerdi. Kafam yusyuvarlaktı. Bu traş şeklinin adını hala da tam bilmem ama neyse. Herkes ütülü elbiselerimi beğenirdi. Genelde "bu çocuk büyük adam olacak" derlerdi. Büyük adam...
Neydi ki bu "büyük adam"? Kimse ne olduğunu bilmiyordu sanki ama hepsi büyük birşey olduğunda hemfikirdiler. Sonraları bu unutuldu tabii. Ortaokulumu bir tarihi binada okumuştum. Berbat biryerdi, sıf tarihi diye kışın bize zulmederlerdi. Soğuktan titreyerek okula girer, ders boyunca kalorifere yapışırdım. Ortalama bir devlet okulunu bitirdim ortalama bir öğrenci olarak. Artık kimse büyük adam demez olmuştu. O yıllarda traşlı kafamla Hugo, Dostokyevski, Bartol, Adıvar gibi yazarları okuduğumu hatırlarım. Sonraları bir defa okudum ve fark ettim ki birşey anlamamışım. Kitaplar beni kandırıyordu Necip, onlara inanıp peşinden gidiyordum;kayboluyordum. Kafamda bir sürü kişi vardı ve hepsi yüksek sesle konuşurdu. Ne zaman bir kitap okusam yeni birileri zihin zindanlarına girerdi. Lisede ilk iki yılıma" fetret devri" adını verdim.
Yaşıtlarım ne yapıyorsa onu yapardım.
Bir gün "artık yeter" dedim bu hücre devletinin fetret devrine. O zaman felsefe ile tanıştım ve iyi arkadaş olduk. Özellikle "Üzerinde düşünülmeyen hayat yaşamaya değmez" sözü beni derinden etkiledi.Kutay kalktı yürüdü. Diğerleri de onu izledi.
Ay ışığı yeryüzüne inerken onlar evlerine dağıldılar.Necip epeyce şaşırmıştı dostunun anlattıklarına. Nasıl fark etmemişti bunu o hep yanındaydı ve anlamamıştı. Çok yazık dedi. Onu geç anladık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜN VE BUGÜN
General FictionKitap kutay adlı bir gencin toplumun değerlerine nasıl yabancılaşarak felsefi bir bunalıma girdiğini anlatıyor. Sahteleşen insan ilişkilerine bir yergi niteliği taşıyan bu eserde bir genç insanın kişiliğinde akılcılığın hataları ve trajedik sonu göz...