Renkli kalemler ve Altın şehirler

176 21 15
                                    

"Jaemin, konuşmamız gerekiyor." dedim evden çıkması ve işe gitmesi gereken sevgilimi portmantonun önünde bileğinden yakaladığımda. Geçen yaz indirime denk getirip internetten aldığım, birkaç hafta önce kopan düğmesini tekrar diktiğim, koyu gri kot ceketini alıyordu askılıktan. Arada sırada benim de giydiğim olurdu. Ama şimdi konumuz ceket değil.

Bileğini tutan elimi elleri arasına aldı ve sıkıca tuttu. Göz göze gelmemiz için başını hafifce eğiyordu. Gözlerini gözlerime kilitleyip tüm dünyası ben mişim gibi aktığı anlarda ne söyleyecğimi unutacak gibi oluyordum. Sadece bakışları bile beynimi allak bullak ediyor, dünyayı ayağımın altından kaydırıyordu. Pembeye boyadığım -aslında beceremeyip boyarken biraz yaktığım için onu sinirlendirdiğim- saçları yüzüne dökülüyordu. Jaemin saçlarıyla uğraşmayı severdi. Bazen ateş gibi kırmızı, bazen gökyüzü gibi mavi, bazen doğa gibi yeşil ve bazen de günahlarım kadar siyah olabiliyordu. Dengesizdi, neredeyse benim kadar. Elimi dudaklarına götürüp aceleci, küçük bir öpücük bıraktı. "Acelesi yoksa sabah konuşalım Rado, gece vardiyalarına hep geç kalıyorum zaten. Bu gün de geç kalırsam patron beni kesin kovar."

Acelesi vardı. Bizim için zaman hep sınırlıydı. Yarınımızın garantisi olmazdı. Bu yüzden bazı şeyler cesaret bulduğun an söylenmeliydi çünkü bir daha fırsat bulunamaya bilirdi. "Acelesi var. Rado'n için beş dakikanı ayır."

Keskin bakışlarım ve sert sesim, olayın koyu ciddiyetini hızlıca kavratmış olmalıydı ki "Benim de beş dakikam vardı zaten." diye mırıldandı hafifce. Sesinden öpmek diye bir şey olsa, o an öpmek isterdim onun kalın ve bir o kadar erkeksi sesini. Gelecek şeyi o da biliyordu. Biliyordu ki cümlenin ortasında sesi çatlamış, hafifce öksürmek zorunda kalmıştı. Hoştu. Bir hayli hoştu.

"Ben seni yine aldattım." Tepkisizce baktı bir süre gözlerimin içine. dünyanın en normal olayını anlatıyor muşum gibi baktı. Bu normaldi, bu sıradandı. Haberlerde izlediğim bir şey anlatıyor muşum, bir şeyin yerini soruyor muşum gibi öylece baktı. Çünkü bu bizim için haberlerde izlediğim bir şey anlatmam, ya da bir şeyin yerini sormam kadar klasikti. Biz klasiktik, eskimiştik.

"Sorun değil."

Yalansın Na Jaemin.
Sen de yalansın.

"Jaemin bu bir sorun. Nasıl sorun olmaz? Sorun olduğunu biliyorum. Bunu bu şekilde kabullenemezsin."

"Hayır, bak gerçekten sorun değil. Ne olursa olsun dürüst olmanı isteyen bendim." Hadi ama! Saçmalıyordu. Bir filmin baş rollerini paylaşmıyorduk, bir k-dramada değildik ya da bir kitabın ana karakterleri de değildik. Kabul ediyorum boktan bir kenar mahallede yaşıyorduk ve hayatımız bok gibiydi. Yine de onu aldatıyordum işte. Bu yaşadığımuz boktan dünyanın gerçeğiydi. Ve o bununla yaşamak zorunda değildi.

"Canını yaktığım halde beni neden böyle güzel seviyorsun?" Jaemin ellerimi tuttu. Böyleydi işte, Na Jaemin tartışmanın ortasında elini yanağıma koyardı. Tıpkı şimdi yaptığı gibi. Sonra benim nefesim kesilirdi. Ben biterdim, beni bitirirdi. Bunu sadece yanağımı okşayarak yapardı.

"Sevmeyeyim mi?"

Sevme Jaemin. Beni sevme ki sana bu eziyeti yaşatmak zorunda kalmayayım işte. Sevme beni Na Jaemin. Benden nefret et. Benden öyle bir nefret et ki ceketimi alıp çıkabileyim bu evden. Bizim evimizden. Benden nefret et ki sana çektirmeyeyim bu acıyı. Ben tek başıma yükleneyim.

"Seni aldatıyorum, sen de bunu biliyorsun. Sence sevilmeyi hak eden biri miyim?" Bir şey söylemedi. Sustu, ve ben bunun fırtına öncesi sessizlik olduğunu iliklerime kadar hissettim. Ceketini yeniden gelişi güzel bir halde askılığa astı ve elimden tutup beni mutfağa sürükledi. Muftak kapısından geçerken askıdan düşen ceketin sesini duyduk ama umrumuzda değildi. Kaşlarım çatılmış bir şekilde ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. Zaten biz birbirimizi hiç bir zaman anlamamıştık. Ne zaman denesek yanılırdık.

El Dorado ♡ RenMinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin